Turnalar’dan üç maymuna Yavuz Bingöl

Sanatçı duruşu beklenirken çömelme tekniğiyle öne çıkan Yavuz Bingöl’ün hikâyesi, türkülerin içli ama söyleyenin içi boş olabileceğini bir kez daha gösteriyor.

“Yalakanın makbulü, efendisi gaz çıkardığında derin nefes alırmış!”

İngiliz Atasözü

“Sanatçı duruşu” günlük konuşmalarımızda yerine göre atıf yaptığımız ve fakat üzerinde genel bir ittifak sağlanamamış kavramlardandır.

Örneğin, “Bu hareketi onun sanatçı kişiliğine yakışmadı!” dediğimizde ‘sanatçı kişiliği’nden anlamamız gereken tam olarak nedir? Var mıdır acaba öyle her bedene uygun bir ‘sanatçı kişiliği’ tanımı? Yahut sanatçının toplum önünde bir ‘rol model’ olma zarureti var mıdır?

Bu sorular zihnimi, Yavuz Bingöl’ün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılarken belini öyle bir büktüğü ve tekrar doğrultamadığı o meşhur görüntülerle meşgul etmeye başladı.

Hani el öpmek için eğilmişti ya, efendisi fark etsin diye neredeyse secdeye varacaktı. Bir de üzerine gülümsemişti. İçten mi? Hayır, içli. Çünkü içi dışına çıkmıştı. Artık el öpenler listesinde yerini sağlamlaştırdı.

YANDAŞ SANATÇI REHBERİ

Bu görüntülerin sosyal medyada dolaşıma girmesiyle birlikte sağduyulu, demokrat çevrelerden yükselen, “Bu hareket onun sanatçı duruşuna yakışmadı!” minvalindeki tenkit teşebbüslerini okuyunca mevzuya farklı bir açıdan yaklaşmak istedim.

Maddeler halinde, Yavuz Bingöl özelinde, AKP devri iktidarında yandaş-candaş sanatçı tayfasını anlama kılavuzu yapmaya çalıştım. İşte aşağıdaki listenin oluşturulma motivasyonu budur:

SANATÇI MI, ZANAATKÂR MI?

Sanatçı ile zanaatkâr aynı şey değildir.

Zanaat; el becerisi gerektiren meslek ve üretim süreçleri anlamına gelir. Ayakkabı tamircisi, çilingir, marangoz bu kategoridendir ve zanaatını icra ederken girdiği pozisyonlar ürettiklerini kullananları pek ilgilendirmez.

Sanatçılar genelde yaratıcıdır, özgündür, özgürdür. Ama bazıları vardır ki onların sanatçılığı sadece “sazı” ile sınırlıdır. Onlar için duruş değil, duruma göre pozisyon almak esastır. Hangi kanaldan daha çok görünürsün, kiminle fotoğraf verirsen ihaleyi kaparsın, mesele budur.

İşte tam bu noktada 21’inci yüzyılın tiranına sadakat ve muhabbetini sergilerken abarttığını düşündüğümüz Yavuz Bingöl Vak’asına çeviriyoruz objektiflerimizi.

İRONİK BİR İSİM VE BÜKÜLEN BİR BEL

İsimler bazen ironiktir.

Adının ‘Yavuz’ olması ile ailesinin kökeni arasındaki tezatlıkla başlayan ‘dilemma’ sonraki yıllarda kendisini konumlandırdığı her pozisyonda ortaya çıktı.

1970’lerde dönemin devrimci seslerinden Ruhi Su’nun alt kadrosunda sahneye çıkan Halk Ozanı Aşık Şahsenem Bacı’nın oğlunun devrinin muktedirinin önünde iki büklüm olmasının herhangi bir ‘sanatçı duruşu’ arayışı ile anlamlandırmak zannımca mümkün görünmemektedir.

Anası devrimci, kendisi devletçi. Anası halkçı, kendisi saray müdavimi. Bir insan kendisini bu kadar mı inşa eder? Gerçi bu inşa sürecinde temel harcı dalkavukluk olunca, bina da ancak bu kadar olur.

MESAM’A KAYYIM NE ÇABUK UNUTULDU

Sanatçı dostlarını “kandırıldım” diyerek arkada bırakıp, son durak olarak MESAM’a “kayyım kontenjanından” kapak atan bir figürden söz ediyoruz.

Kara Tren ve Sarı Gelin ile başlayıp Turnalar ile zirve yapan bir sesin, Gezi Eylemleri’nde kol kola girdiği meslektaşlarının yanından süratle ayrılıp ‘günün sonunda’ Türkiye Musiki Eser Sahipleri Meslek Birliği’ne (MESAM) Mart 2018’de iktidar eliyle ‘kayyım’ atanmasını nasıl bir dilemma ile analiz edebiliriz ki?

ÜÇ MAYMUN VE SIFIRLANAN BIYIK

Bir dönem ‘alevi ve solcu’ imajına kenar süsü olsun diye bıraktığı bıyığını Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun’u için kesmişti ya… Meğer o bıyık değilmiş, karaktermiş. Kesince gitmiş. Çünkü gerçek bir solcu, iktidar karşısında eğilmez, hele ki el öpmez.

Yavuz Bingöl’ün hikâyesi, aslında bu topraklarda sık sık rastlanan bir “aydın bozumu” öyküsüdür.

SIRADAKİ İSTASYON: TBMM?

Belli mi olur?

Bu ülkede turna sesiyle oy toplanan dönemlerden geçtik. Biraz daha bükerse belini, muhtemelen kürsüye çıkmadan önce de eğilmekten beli tutmaz.

Müzik kariyerindeki pozisyon değişiklikleriyle ‘eş zamanlı’ olarak özel hayatında da ‘şimdilik’ finali ‘İstiklal Madalyası’ taktırdığı bir düğünle taçlandıran Yavuz Bingöl’ün güncel siyasi polemiklerden uzak duramayan halinin belki bir dönem sonra ‘mebus’ yapılmak suretiyle taçlandırılacağı(!) yönündeki beklentiler de hayli fazla.

“ANNEM HASTAYDI, ERDOĞAN ARADI”

Unutulur mu o meşhur açıklaması:

“Annem hastaydı, Erdoğan aradı.”

İşte tam da o gün, Yavuz Bingöl’ün “Yalaka 101” dersi için örnek vaka haline geldiği gündür.

Sanatçılık mı, propaganda aparatı olmak mı?

O ise seçimini çoktan yapmıştı.

O günden sonra ne sesi aynı kaldı, ne yüzündeki ifade.

Gözlerinin içine saray ışıkları dolmuştu bir kere.

DURUŞ DEĞİL, ÇÖMELME TEKNİĞİ

Şimdi sözün başına geri dönmek icap ediyor.

Bazı türküleri ‘içtenmiş gibi’ söyledi diye Yavuz Bingöl’ün kimileri için ‘sanatçı duruşuna(!)’ halel getirdiği görüşüne katılmıyorum.

Duruşun sanatçı ile zanaatkar ile bir ilgisi yoktur.

O yüzden lütfen artık Yavuz Bingöl gibi isimleri eleştirirken “sanatçı duruşu”ndan söz etmeyin. Çünkü burada mesele duruş değil, çömelme tekniğidir.

İNSAN OLARAK DURUŞ

‘İnsanın ancak ve yalnızca karakterinin gereğini sergileyebileceği’ hususundaki ‘pırlanta ölçüyü’ bu vesileyle hatırlatmayı borç bilirim.

Şimdiden sonra da lütfen herhangi bir mesleği ‘duruşu’ olması icap ediyor zannedip kutsamayalım.

Çünkü bazen türkü içli olsa da söyleyen boştur.

İnsanın duruşu olur. Duruşu olmayanın ne kadar çömeldiğinin kıymeti harbisi yoktur. Çömelmeye görsün…

Haberi Paylaş