Öcalan ne demek istedi? Türkiye’de bir darbe daha olur mu?

Erdoğan’ın “Ya ben ya da kaos” oyunu, halkın önüne kaostan başka seçenek bırakmazsa, “Ordu bizi kurtarsın!” yakarışları yükselir mi? Askeri klikler iktidar kavgasıyla birbirlerinin boğazına mı sarılır, yoksa siyasetin üretmekten aciz bırakıldığı uzlaşmayı ordunun kurumsal yapısını canlandırarak ortaya mı koyarlar?

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, İmralı’daki son görüşmelerinde Öcalan’ın “Hâlâ Türkiye’de bir darbe mekaniğinin geçerli olduğunu, bunun zemininin olduğunu” söylediğinden bahsedince darbe tartışmaları sosyal medyada yeniden alevlendi.

Askeri darbe denilince bizde genelde ordunun mevcut siyasi rejimin, statükonun bekçisi olarak yaptığı müdahaleler anlaşılıyor. Çünkü son yüzyılda Türkiye’deki darbeler genel olarak bu yapıdaydı: Kemalist rejimi korumak için tanklar sokağa inerdi. Kendisini rejimin kutsal bekçisi sayan ordu, siyasi rejimin tehdit altında olduğuna inandığı zamanlarda, seçimle iş başına gelen hükümetleri “hizaya getirirdi.”

Oysa askeri darbeler her zaman bu yapıda değildir. Kimi zaman halkın iradesinin bir yansıması olarak da tecelli edebilir. Tüm siyasi rejimleri öyle ya da böyle halktaki beklenti ve yönelimler şekillendirir. Demokratik değişim kanalları tıkandığında, halktaki değişim arzusunun siyasi rejime nasıl yansıyacağı sorusu, sorunsalı ortaya çıkar. İşte bu tür durumlarda, adeta halktaki öfke patlamasının bir tezahürü gibi askeri darbeler yaşanabilir. Bu toprakların Roma, Bizans’tan Selçuklu ve Osmanlı’ya uzanan daha geniş tarihinde bu tür darbelerin pek çok örneğini bulabilmek mümkündür.

Eğer Öcalan, Kemalist bir darbeyi kastediyorsa, bu, hapisteki izolasyonu nedeniyle devletin iç dinamiklerini tam okuyamadığı anlamına gelir. Çünkü böyle bir darbe ihtimalinin olduğunu düşünmüyorum. Keza iktidarın toplumsal muhalefeti bastırmak için otokratik rejimin bahanesi olarak canlı tutmak amacıyla belirli periyotlarla yapmayı ihmal etmediği Gülen cemaati operasyonları da Gülenist bir darbe ihtimali olduğu anlamına gelmiyor.

Bu tür darbe tehditlerinin gerçekten var olduğunu iddia edenlerin, bunların özellikle son beş senede bir şekilde şu ana kadar gerçekleşmiş olması gerektiği hususunu da kabul etmeleri gerekir. Zaman geçtikçe tek adam rejiminin devletin ve ordunun kurumsal yapısını iyice zayıflattığı ortadayken, keza siyasi kadrolaşma güvenlik ve istihbarat kurumları da dahil her geçen gün artarken, böyle bir darbe yapma gücüne sahip oldukları halde bundan neden kaçındıklarına ikna edici bir açıklama getirebilmek pek mümkün değildir.

Ülkeyi fiilen anayasayı, kuvvetler ayrılığı ilkesini askıya alarak sivil bir darbeyle idare eden Erdoğan öteden beri ordunun tek adam rejimini kurmasını engelleyecek bir güç olarak belirmesinden korkuyordu. Bu nedenle büyük bir kısmı “FETÖ” bahanesiyle yapılan geniş tasfiyelerle ve pek çok kanuni değişiklikle kurumsal yapısı bozularak ordu etkili bir güç olmaktan çıkarıldı. Bu “iğdiş edilmiş” ordunun “klasik bir darbe” yapma kapasitesini yitirdiğinden kimsenin pek şüphesi yok…

Peki bu durumda Türkiye’de darbelerin artık tamamen tarihe karıştığını söyleyebilir miyiz? Açıkçası bu toprakların iki bin yıllık tarihine baktığımda bunu da çok gerçekçi bulmuyorum. Klasik bir askeri darbe yerine, halkın öfkesiyle şekillenebilecek bir “popüler darbe” ihtimali her zaman vardır.

Erdoğan halka “Ya ben, ya da kaos” korkusu vererek iktidarda kalmak için tüm gerçek alternatiflerini yok ediyor. İmamoğlu’nun hapse atılması ve sonrasında CHP’li belediyelere yönelik yapılan kapsamlı operasyonlar Türkiye’de seçimle iktidarın değişme ihtimali kalmadığını herkese bir kez daha göstermiş oldu.

Demokratik değişim kanalları tıkanmış, hukukun üstünlüğünden eser kalmamış, yolsuzluklar sistemi kanser gibi sarmış durumda ve derin bir ekonomik kriz geniş halk kesimlerini her geçen gün daha da fakirleştiriyor.

Bu şartlarda ordu, rejimin bekçisi olmaktan çok, halkın değişim arzusunu yansıtan bir role soyunabilir. Fakat bu, öngörülemez bir senaryodur; adeta “topun ordunun önüne düşmesiyle”, hadiselerin tetiklemesiyle yaşanabilecek bir patlamadır. Bu yüzden bunun olup olmayacağını veya ne zaman ne şekilde yaşanabileceğini kimsenin tahmin edebileceğini de sanmıyorum.

Keza halihazırda böyle bir darbenin zemininin olgunlaşmış olduğunu da söyleyemeyiz. Yine böyle şartların dayatmasıyla yaşanacak bir darbenin siyasi ve ekonomik kaosu sonlandırıp sonlandıramayacağı da meçhuldür. Erdoğan idaresi altında Türkiye daha çok bir Ortadoğu otokrasisine dönüştü, Ortadoğu tarihindeki örneklerine baktığımızda “darbe-karşı darbe mekaniğinin” ortaya çıkması da hiç şaşırtıcı olmaz.

Bakırhan, Öcalan’ın darbeye dair değerlendirmelerini CHP’ye yönelik operasyonlar bağlamında söylediğini aktarıyor. Bu durumda Öcalan, bu operasyonların nihai tahlilde önceki müesses nizamla Erdoğan arasındaki ortaklığı bozabileceğini mi ima ediyor? Bu koalisyonda önceki müesses nizamı Bahçeli temsil etmekle birlikte, iktidarın Kılıçdaroğlu’nu görevine getirmek için gösterdiği çaba aslında Bahçeli ile Kılıçdaroğlu arasındaki ayrımın da “suni” olduğunu ortaya koymuş oldu. Öcalan CHP’nin rejime yeniden imale edilememesi halinde, bu kavganın rejimi büyük karışıklıklara, sarsıntılara iteceğini düşünüyor olabilir ki, eğer öyleyse bu tespitin, bu yazıdaki bakış açısıyla aşağı yukarı örtüştüğünü söyleyebiliriz.

Burada cevabını bilemediğimiz soru, tek adam rejiminin yol açtığı siyasi ve ekonomik istikrarsızlık halkın öfkesini büyüttükçe, bu öfke daha büyük bir kaosu mu, yoksa kontrollü bir dönüşümü mü tetikleyecektir? Erdoğan’ın “Ya ben ya da kaos” oyunu, halkın önüne kaostan başka seçenek bırakmazsa, “Ordu bizi kurtarsın!” yakarışları yükselir mi? Ordu bu rolü oynayabilecek kurumsal kimliğinden artık mahrumsa, hangi askeri klikler bu çağrıya karşılık vermek için öne atılır? Askeri klikler iktidar kavgasıyla birbirlerinin boğazına mı sarılır, yoksa siyasetin üretmekten aciz bırakıldığı uzlaşmayı ordunun kurumsal yapısını canlandırarak ortaya mı koyarlar?

Önümüzde sancılı bir geçiş süreci olduğuna hiç kuşku yok…

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Haberi Paylaş