O ayrıntı çok şey anlatıyor: Erdoğan özerk Kürt devletini tanıyor

9 Min Read

Erdoğan adeti olduğu üzere Roma dönüşünde beraberinde götürdüğü gazetecilere cevaplarını sorulandırdı. Gazeteciler ellerini tutuşturulan soruları Erdoğan’a sormuş gibi yaptı. Kamuoyuyla paylaşılan metinlerin içeriği spontane bir muhaverenin aslında hiç gerçekleştirilmediği şüphesini de güçlü şekilde uyandırmaktadır. Yani aslında bu tür soru-cevap fasıllarının hiç yaşanmadığı, Erdoğan’ın gazetecilerle sadece fotoğraf verdiği, bilahare Propaganda (pardon, İletişim) Başkanlığı tarafından kendilerine iletilen metinleri yayınladıkları anlaşılıyor.

O nedenle gazetecilerin şöyle gülünç sorular sordukları metinler ortaya çıkıyor: “CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İBB’deki yolsuzluk iddialarını perdelemek ve manipüle etmek için ne yazık ki illegal örgütlerle bile iş birliği yapmaktan, ticaret kanununu ihlal başta olmak üzere yasal anlamda suç sayılabilecek fiillere teşebbüsten imtina etmiyor. İç güvenliği hatta millî güvenliği tehdit eden bu tehlikeli gidişi, nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Rejimin resmi dilini en partizanca şekilde kullanan bu ve benzeri sorular bize açıkça gösteriyor ki uçakta Roma’yı gezmeye götürülen gazetecilere soracakları sorular ya önceden veriliyor ya da bu sorular Propaganda Başkanlığı’nın onayından geçtikten sonra sorulabiliyor.

“Bunlar artık herkesin bildiği gerçekler, bunu anlatmana ne gerek vardı ki” diyebilirsiniz. Böyle bir giriş yaparak size bildiğiniz gerçekleri hatırlatmamın önemli bir nedeni var. Zîrâ Erdoğan’a sordurulan sorular arasında geçen bir kısaltma bize çok şey anlatıyor. İletişim Başkanlığı’nın sitesinde de yayınlanan o soru aynen şöyle: “Suriye’nin kuzeyinde düzenlenen bir konferans hatırlatılarak ‘Bu konferansta SDG ve onlara yakın gruplar tabiri caizse federatif bir yapı talebinde bulundular. Bu konuyla ilgili değerlendirmeniz nedir?’”

Önce burada bahsedilen konferans hakkında biraz bilgi verelim. Geçen cumartesi (26 Nisan), Suriye’de Kürtlerce (ve giderek artan oranda uluslararası kamuoyu tarafından) Rojava olarak adlandırılan özerk yönetimin başşehri olan Kamışlı’da bir Kürt Ulusal Konferansı toplandı. Konferans Kürt siyasi tarihinde bir dönüm noktasını teşkil ediyor. Şöyle ki Türkiye, Suriye ve Irak’taki Kürtleri temsil eden partiler ilk kez bir araya gelerek bundan sonra izleyecekleri siyasete dair ortak bir metne imza attılar.

Ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ev sahipliğinde gerçekleşen, Türkiye’den DEM Parti yetkililerinin de katıldığı konferansın düzenleyicileri arasında Irak Kürdistan Bölgesi’nde hakim KDB ve KYB (Barzaniler ve Talabaniler) ile KDB’nin Suriye kolu olan ENKS de vardı. Bugüne kadar aralarında şiddetli çatışma ve ayrılıklara şahit olduğumuz bu Kürt teşekküllerinin bu şekilde bir araya gelmiş olmaları her bakımdan târihî sıfatını hak ediyordu.

Konferansta alınan kararlarda öne çıkan husus Suriye’de federal bir yapı talep edilmesi oldu. Bu, SDG’nin mevcut yapısını büyük ölçüde koruyarak meşrulaştırıldığı bir siyasi rejim talebi demek…

Şimdi biraz geriye gidip YPG’nin nasıl SDG’ye dönüştüğünü hatırlayalım: ABD, IŞİD’e karşı mücadelede güvenilir bulmadığı Erdoğan Türkiyesi yerine 2015’ten itibaren sahada PKK’nın Suriye kolu olan YPG ile ittifak kurmaya karar verdiğinde bunun bazı komplikasyonlara yol açacağının farkındaydı. Çünkü PKK sadece Türkiye değil ABD tarafından da resmen terör örgütü olarak tanınıyor. Böyle bir örgütle askerî bir ittifak kurmanın Ankara ile Washington arasındaki ilişkileri gereceği muhakkaktı.

Bu sıkıntılı durumdan kurtulmak için ABD’nin yönlendirmesiyle, YPG liderliğinde Suriye’nin kuzeydoğusundaki Arap, Süryani gibi etnik grupları temsil eden bazı küçük teşekkülleri de içine alacak şekilde Suriye Demokratik Güçleri adlı silahlı bir birlik kuruldu. Bu, Rojava adlı özerk devletin ordusu olacaktı.

Erdoğan rejimi başından beri bu yapıyı tanımayarak ve ona SDG demeyi reddederek YPG/PKK diye adlandırıyordu. Bu tutumu değiştirmekte olduklarını gösteren ilk ciddi işaret iki hafta önce YPG/PKK yerine SDG diyen Savunma Bakanı Yaşar Güler’den geldi. Şimdi Erdoğan’a sordurulan soruda da SDG’nin tercih edilmesi ve Erdoğan’ın bunu zımnen kabullenerek cevap vermesi ve uzun cevabının hiçbir yerinde YPG/PKK lafzını geçirmemesi hiç tesadüf değildir.

Erdoğan hükümetinin artık YPG/PKK yerine SDG demesi çok anlamlar ifade eden büyük bir değişimdir. Zîrâ SDG dediğiniz zaman bu teşekkülün bir terör örgütü olmadığını da kabul ediyorsunuz demektir. Keza aynen ABD’nin arzuladığı gibi SDG’yi PKK’nın bir kolu olarak da görmüyorsunuz demektir. Bu durumda PKK’nın musavver silah bırakmasının gerçekleşmesi halinde bunun SDG’yi içermemesini de zımnen kabullenmişsiniz demektir.

Zaten Nusaybin’in hemen karşısında, yani Türkiye sınırının dibinde yer alan Kamışlı’da böyle bir konferansın Ankara’nın onayı olmadan gerçekleştirilebileceğini sanmak da yanıltıcı. Bugüne kadar Irak Kürdistan Bölgesi’nin iki güçlü partisinden biri olan KDP (Barzaniler) ile Türkiye arasında PKK’ya karşı örtülü bir ittifak bulunduğu herkesin bildiği bir sır… Böyle bir konferansa, Ankara’yla ilişkilerini bozmayacağından emin olmadan KDP’nin destek vermesi beklenemez.

Nitekim konferansa Erdoğan hükümeti açıktan, resmen hiçbir tepki vermedi. İktidar ortağı MHP lideri Bahçeli ise doğrudan konuyla ilgili bir açıklama yapmak yerine “Türkiye ve Dünya Meseleleri” başlıklı uzun yazılı açıklamasının bir yerinde, tam olarak neyi kastettiği anlaşılmayan garip bir tepki vererek şöyle dedi:

“Suriye’nin Kamışlı kentinde ABD ve Fransa’nın teşvik ve desteğiyle, ENKS ve PYD’nin organizasyonuyla düzenlenen, “Birlik ve Ortak Tutum Konferansı”nda bölücü talepler dillendirilmiş, Suriye’nin siyasi ve toprak bütünlüğünün hilafına kararlar alınmıştır. … Türkiye partisi olma istikametinde azim ve sabırla mesafe alan DEM Parti’nin Kamışlı’da oynanan oyuna tepki göstermesi tutarlılık gereğidir.”

DEM Parti’den bizzat katılarak destek verdikleri bir konferansa tepki göstermesini beklemek garip değil midir? Bir tepki gösterilmesi gerektiğini düşünüyorsa Bahçeli’nin bunu önce hükümetten talep etmesi normal olan değil midir?

Keza Dışişleri Bakanlığı konferansa ilişkin yazılı bir açıklamayla tepki göstermeye gerek görmedi. Onun yerine konferansın düzenlenmesinden beş gün geçtikten sonra, ismi açıklanmayan “Dışişleri kaynakları” Anadolu Ajansı’na bugün şu ilginç açıklamayı yaptı:

“’PYD ile KDP çizgisindeki partiler tarafından oluşturulan Suriye Kürt Ulusal Konseyinin de katılımıyla Kamışlı’da 26 Nisan 2025 tarihinde Kürt Birlik ve Tutumu adlı bir konferans düzenlenmiştir.’ ifadelerini kullanan kaynaklar, Suriye yönetiminin, bu konferansta verilen mesajların varılan mutabakata [Şara-Abdi anlaşmasına] uygun olmadığı yönünde açıklama yaptığını anımsattı.”

Görüldüğü üzere “Dışişleri kaynakları” konferansın düzenlenmesine herhangi bir eleştiri getirmemekte, konferans bildirgesinde yer alan Suriye’de federal yapı talebini ise doğrudan eleştirmekten kaçınarak topu Şam yönetimine atmaktadır.

Nitekim gazeteci Nuray Babacan’ın Nefes Gazetesi’ndeki son yazısı da teyit ediyor ki, Ankara konferansın tüm hazırlık sürecinden, DEM parti temsilcileri dahil konferansa kimlerin katılacağından haberdardı ve konferansa “PKK’nın fesih sürecinin bir parçası” görerek göz yummuştu.

Suriye’de federal yapı, yani Rojava’nın tanınmasını talep eden bir konferansın PKK’nın fesih süreciyle doğrudan ilişkilendirilmesi bugüne kadar bu konuda yaptığım tespitleri doğrular mahiyettedir.

Uzun lafın kısası, her geçen gün daha fazla ortaya çıkmaktadır ki hükümetin başlattığı yeni çözüm sürecinin ana parametresi şu şekildedir: Türkiye’nin Suriye’de fiilen teşekkül etmiş özerk Kürt devletini (Rojava’yı) tanıması karşılığında, PKK silah bırakmış gibi yapacak ve DEM parti Türkiye iç siyasetinde Kürtlerin Erdoğan karşıtı cepheden ayrılmasını sağlayacaktır. İçeride 19 Mart darbesiyle otoriterliğin dozunu daha da artıran, bunun ekonomide yol açtığı depremle nasıl baş edeceğini bilemeyen Erdoğan bu şekilde başta ABD olmak üzere Batıyla da ilişkilerini düzeltebileceğinin, acilen ihtiyaç duyduğu finansal yardımları alabileceğinin hesaplarını da yapmaktadır.

İktidarın bu konularda söylemlerinde “iki ileri, bir geri” görüntü çizmesi kimseyi yanıltmamalıdır. Bunu yapma nedenleri kamuoyunun nabzını tutmak, halkı Suriye’deki özerk Kürt devletine meşruiyet bahşedileceği gerçeğine yavaş yavaş hazırlamaktır.

Suriye kolu, Amerikan ve İngiliz özel kuvvetlerinin verdiği destekle, IŞİD’e karşı mücadelede bilenerek güçlü bir ordu ve ona dayanan bir devlet kurmuş PKK’nın hiçbir şey elde etmeden, sırf tutuklu liderleri talep ettiği için kayıt şartsız silah bırakacağını sanmanın gerçekçi hiçbir yanı yoktur. PKK’dan en büyük hedeflerinden birini Suriye’de gerçekleştirmiş olduğunun Türkiye tarafından tescil edilmesi karşılığında kâğıt üzerinde kendini feshetmesi beklenmektedir. Meselenin tüm çıplaklığıyla bu şekilde ilan edilmesi halinde Erdoğan iktidarı özellikle milliyetçi tabanı nezdinde daha da zor durumda kalacağından, keza Türkiye’deki Kürtlerin bu işte kazancının ne olacağı sorusu havada kaldığından taraflar süreci ilerletmekte zorluklar yaşamaktadır.

Son tahlilde, Kamışlı’da düzenlenen Kürt Ulusal Konferansı örneğinde olduğu gibi sürecin Suriye’deki fiilen zaten kurulmuş olan özerk devletin (Rojava’nın) hukūkî meşruiyetinin Türkiye’nin göz yummasıyla bölgede daha fazla tanındığı, Erdoğan’ın da bunun karşılığında Batıdan bazı finansal tavizler kopardığı bir noktadan öteye gidememe ihtimali de hiç düşük değildir.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Haberi Paylaş