Erdoğan’ın İmamoğlu’nun tutuklama hamlesini yapmadan önce, eşeğini sağlam kazığa bağlamak amacıyla Trump Yönetimi’yle iki ülke arasında öteden beri süregelen netameli konularda bir anlaşmaya gittiği anlaşılıyor. Ancak...
İmamoğlu’nun tutuklanmasının ekonomide yaptığı çalkantı üzerinde iç ve dış medyada özellikle duruluyor. Oysa muhtemelen Türkiye’nin dış politikası üzerindeki etkileri de en az o çalkantı kadar büyük, ama bunların tezahürleri hemen görülmediğinden veya daha doğru bir ifadeyle, iktidar tarafından özenle saklandığından henüz tam olarak anlaşılabilmiş değil…
İmamoğlu’nu tutuklatmadan birkaç gün önce Erdoğan’ın Trump’la görüşmesi bir tesadüf olarak görülmemeli. O görüşmeyi Ankara'nın yaptığı açıklamaları esas alarak değerlendirme hatasına “yine” düşülüyor. Oysa Erdoğan’ın özellikle ABD Başkanlarıyla yaptığı görüşmelere ilişkin toplumu yanıltıcı bir açıklama yayınlattıktan sonra bunu destekleyici mahiyette “özel haberler” yaptırma huyunu artık çok iyi bilmemizi sağlayacak kadar yeterli tecrübeye sahibiz.
İktidar cephesinden o görüşmeye ilişkin “Trump, Erdoğan’a ‘Ankara’daki elçim emrindedir’ dedi” diyecek kadar şişirilmiş haberler gelirken Beyaz Saray’dan çıt çıkmadı. Bugüne kadarki tecrübelerimizin bize söylediği şudur: Eğer Erdoğan rejimi bir görüşmeyi böyle haddinden fazla abartılı haberlerle kamuoyuna yansıtıyorsa, aslında o görüşmede kimsenin bilmesini istemediği hususların ele alınmış ve ciddi tavizler verilmiş olma ihtimali yüksektir. Rejim bunu, böyle propaganda taktikleriyle saklamaya çalışır.
Normalde bu tür görüşmelerden sonra Beyaz Saray’ın kısa da olsa bir açıklama yapması âdettendir. Oysa Erdoğan’la görüşmeye ilişkin böyle bir açıklama yapılmadı. Ankara’daki “bayram havasıyla” karşılaştırdığınızda bu dikkat çekici bir sessizliktir ve Trump Yönetiminin Erdoğan’ın fiiliyatta ne yapacağını görene kadar ihtiyatlı bir tutum takınma arzusuyla ilişkili olabilir. Diğer yandan görüşmenin Beştepe'nin yansıttığı gibi olmayabileceğine dair bir haber de Yunan basınında çıktı. Kathimerini muhabirinin Washington'daki kaynaklardan aldığı bilgiye göre görüşme sadece yedi dakika sürmüş. Erdoğan'ın İngilizce bilmediğini hatırladığınızda, tercüme sürelerini çıkarırsanız 3-4 dakikalık bir görüşme olduğu ortaya çıkar.
Washington’dan o görüşmede neler konuşulmuş olabileceğine dair ipucunu ise Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff 21 Mart’taki bir mülakatında verdi. Witkoff tam olarak şöyle dedi: “Başkan (Trump) birkaç gün önce Erdoğan’la çok iyi bir görüşme yaptı. Bu görüşmeyi (iyi yönde) radikal bir değişim olarak tanımlayabilirim. Gerçeği söylemek gerekirse yeterince de haberleştirilmedi. (Yemen’de) Husilerle ilgili gelişmeler, İsrail’le yaşananlar ve Rusya-Ukrayna konusundaki gelişmeler yüzünden görüşme yeterince öne çıkmadı. (Ankara’ya atanan) Büyükelçimiz Tom Barrack'ın olağanüstü bir iş çıkardığını ve çıkaracağını düşünüyorum. Bence Başkan'ın Erdoğan’la bir ilişkisi var ve bu önemli olacak. Bence bu konuşmanın bir sonucu olarak şu anda Türkiye'den gelen çok sayıda iyi ve olumlu haber var. Sanırım önümüzdeki günlerde haberlerde de bunu göreceksiniz.”
Bu oldukça ilginç açıklama İmamoğlu’nun tutuklanması sonrası geldiği için Türkiye’de genelde yanlış yorumlandı. Witkoff’un Türkiye’den gelen iyi haberlerden kastının İmamoğlu’nun tutuklanması olmadığı çok açık. Trump Yönetimi için böyle bir gelişmenin “çok olumlu bir haber” olduğunu kabul etmek doğru olmaz. Zaten ABD medyasında, Trump yanlısı olanlar da dahil İmamoğlu’nun tutuklanması böyle bir havada verilmedi. Burada Witkoff’un Türkiye’den gelen ama basına yansımayan başka “haberlerden” bahsettiğini anlıyoruz.
Erdoğan’ın İmamoğlu’nun tutuklama hamlesini yapmadan önce, eşeğini sağlam kazığa bağlamak amacıyla Trump Yönetimi’yle iki ülke arasında öteden beri süregelen netameli konularda bir anlaşmaya gittiği anlaşılıyor. Hatta bu müzakerelerin henüz Senato onay süreci tamamlanmadığı için Ankara’ya gelmemiş olsa da Tom Barrack üzerinden yürütüldüğü de tahmine müsaittir. Witkoff’un Barrack’ın “çok iyi iş çıkardığından” bahsetmesi bize bunu söylüyor.
Witkoff “Türkiye’den gelen o güzel haberlerin” neler olduğundan bahsetmese de bunlardan biri o mülakatın yayınlandığı aynı gün, yani 21 Mart’ta Amerikan basınına sızdırıldı. Trump’ın partisi Cumhuriyetçilere yakın Fox News’de yayınlanan haberdeki bilgiler şu anlama geliyor: Malumunuz Erdoğan hükümeti 2,5 milyar dolara Rusya’dan S-400 füzelerini alınca ABD, Türkiye’yi F-35 programından çıkarmıştı. Şimdi Erdoğan bu füzeleri demonte ettikten, yani söküp parçalara böldükten sonra “Türkiye'de ABD kontrolündeki bir üsse” (muhtemelen İncirlik’e) götürülmesini kabullenmiş. Bunun karşılığında da Trump Türkiye’yi ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) kapsamından çıkarıp F-35 programına geri almayı planlıyormuş.
Burada Erdoğan’ın verdiği büyük bir taviz söz konusu: Rusya’dan S-400 füzelerini aldığı için bir hata yaptığını kabul ediyor ve adeta özür diler gibi, Türkiye’nin 2,5 milyar dolarını da çöpe atmaktan çekinmeyerek bu füzeleri götürüp ABD’ye teslim ediyor.
ABD-Türkiye ilişkilerinde kriz kaynağı olabilecek diğer sorunlar Suriye’deki YPG’nin omurgasını oluşturduğu fiili Kürt Özerk Yönetiminin (SDG, Rojava) tanınması ve İsrail'le tansiyonu yüksek seyreden ilişkilerdir. Beştepe’nin görüşmeye ilişkin yazılı açıklamasında Erdoğan’ın “Suriye’de istikrarın yeniden sağlanması, yeni yönetimin işlevsel kılınması ve normalleşme için Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasını” talep ettiği belirtiliyor. Buradan anlıyoruz ki, görüşmenin ana konularından biri de Suriye idi. Witkoff’un bahsettiği gibi görüşme ABD için çok güzel haberler gelecek şekilde geçmişse bu durumda Erdoğan’ın Şam’a yönelik yaptırımların kaldırılması için Washington’un HTŞ’den beklediği adımlara onay vermiş olduğu da tahmine müsaittir.
Zaten Ahmet Şara ile Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşma Washington ile Ankara arasında bu yönde bir anlayış birliği olduğunun göstergesiydi. (Bu konuyu iki hafta önceki yazımda geniş şekilde ele almıştım.) Önümüzdeki dönemde Erdoğan hükümetinin Rojava’yı fiilen tanıdığını daha da gösteren adımlar atmaya başlaması şaşırtıcı olmayacaktır. Öyle olunca ABD’nin Suriye’de asker bulundurma mecburiyeti de ortadan kalkacak veya ABD'nin çok daha kısıtlı ve az masraflı bir şekilde orada kalması mümkün olacaktır ki bu Trump’ın seçim kampanyasında verdiği vaatlerle de uyumludur.
Sanıyorum görüşmedeki bir diğer önemli konu İsrail'le ilişkilerdi. Trump'ın Ankara’ya Tom Barack gibi bir ismi ataması Türkiye’yi İbrahim Anlaşmalarına dahil etmeyi amaçladığının bir işaretiydi. Bu itibarla AKP lideri, Trump Yönetimine Netanyahu idaresindeki İsrail’le ilişkileri de düzeltmeye hazır olduğu mesajı da vermiş olabilir. Aksi takdirde İsrail’le bölgede gerilimli ilişkilere sahip bir Türkiye’nin Trump Yönetimiyle ilişkilerini “çok iyi” seviyelerde tutabilmesini beklemek gerçekçi değildir.
Burada asıl hamlesini yapmadan (onu seçimlerde yenebilecek rakibi İmamoğlu’nun tutuklatmadan) önce ABD’yle ilişkilerdeki tüm pürüzleri ortadan kaldırmayı hedefleyen ve bunun için de tüm tavizleri vermeye hazır olan bir Erdoğan görüyoruz.
Erdoğan’ın Trump Yönetimine “istediklerini vermesi” halinde, İmamoğlu’nun tutuklanması gibi Türkiye’yi fiilen bir otokrasi haline getiren bir hamleye ABD’nin fazla ses çıkarmayacağını hesaplamış olması ihtimali yüksektir.
Böyle yapmasaydı, Trump Yönetimi İmamoğlu’nun tutuklanmasına farklı bir tepki verir miydi?
Bu soru, Erdoğan’ın ABD Başkanından beklentisinin sadece “kendisine dokunmaması” olduğu kabulüne dayandığı için yanlıştır. Erdoğan, İmamoğlu hamlesinin kendisine hem içeride hem de dışarıda biraz pahalıya mal olacağının gayet farkında. O nedenle Trump’ın sadece sessiz kalmasını değil, kendisini desteklemesini de istiyor ki dünyada iyice dibe vurmuş olan imajını düzeltebilsin, ekonomideki çalkantıları dindirecek şekilde Batı finansıyla ilişkilerini iyi tutabilsin ve böylece hem içeride, hem de dışarıda kendisini hala güçlü bir lider olarak takdim edebilsin.
Nitekim Erdoğan'ın önümüzdeki ay Washington'a gitmek istediği haberlere yansıdı. İmamoğlu'nun "kellesini" almanın kendisine aslında pek de pahalıya mal olmadığını sembolik olarak ilan edecek böyle bir Beyaz Saray ziyaretine acilen ihtiyaç duyuyor.
Türkiye'nin tüm ekonomik ve dış politika çıkarları sadece ve sadece tek adamın iktidarını biraz daha sürdürebilmesi için seferber edilmiş durumda… Bunun ülkeye ağır bir faturası olacağına kuşku yok, zaten oluyor da… Ama Erdoğan için tek önemli olan şey iktidarını bir gün bile olsa daha fazla uzatabilmek… Ondan sonrası tufanmış, değilmiş, hiç umurunda değil…