Erdoğan’ın İsrail politikası: “Tutmayın beni!”

Erdoğan Türk halkının her an İsrail’le savaşma ihtimalimiz olduğu şeklinde bir algılama içerisinde bulunmasını, öyle bir tehdidi adeta iliklerine kadar hissetmesini istiyor, fakat fiiliyatta İsrail’in gölgesine bile basmamaya dikkat eden, olası çatışmaları önlemek için azami ihtiyatla hareket eden bir politika izliyor.

Trump Yönetimi, İsrail, İran’a saldırıları başlatmadan birkaç saat önce, Perşembe akşamı, Erdoğan hükümetini bu konuda bilgilendirmiş ki Tahran’ı bombalayacak İsrail uçakları Suriye hava sahasını kullanırken bir sorun yaşanmasın, Türkiye orada bir sıkıntı çıkarmasın.

Hatta bunun üzerine Erdoğan, (Suriye devlet başkanı) Ahmet Şara’yı arayarak “İsrail ile İran arasındaki çatışmaya müdahil olmaması” tavsiyesinde bulunmuş. Bunları Ragıp Soylu’nun bugün The Middle East Eye adlı haber portalında yayınlanan haberinden öğreniyoruz.

İktidarın tavrı bize, İsrail’le ilişkilerin gerilmemesi konusunda çok dikkatli hareket ettiğini gösteriyor. Lakin işin Türk kamuoyuna bakan kısmında bambaşka bir hava estirildiğine şahit oluyoruz. Eğer iktidarın İsrail’le ilişkilerinde yaptıklarına değil Türk halkına yönelik söylemlerine odaklanırsanız Türkiye’nin İsrail’le sıcak bir çatışmanın arefesinde olduğu zehabına rahatlıkla kapılabilirsiniz.

Mesela iktidarın ana koalisyon ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli İsrail’in İran’a yönelik saldırılara başladığı gün “Birbirine eklemlenerek genişleyip güçlenen kriz ve kaos sarmalında perdelemiş nihai hedef Türkiye’dir. … İran’a yapılan operasyon bir yönüyle Türkiye’ye verilmiş sinsi mesajdır. … Milliyetçi Hareket Partisi, İsrail’in kesinkes güç kullanılarak önünün kesilmesi düşüncesindedir.” gibi sert bir yazılı açıklama yaptı.

İktidarın İsrail söz konusu olduğunda söylemlerindeki esip gürlemeyle, uygulamalarındaki itidal ve alttan almanın bu ne ilk ne de muhtemelen son örneğidir. İki buçuk ay önce Ramazan Bayramı’nda bayram namazı sonunda Erdoğan cami cemaatine yönelik bir konuşma yapmış ve orada “Siyonist İsrail’i Rabbim kahhar sıfatıyla kahru perişan eylesin” diye mangalda yine kül bırakmamış, yanında bulunan Diyanet İşleri Başkanı da bu bedduaya “amin” diye mukabele etmişti.

Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi sonrası Türkiye ile İsrail arasında ülkede etki alanlarını belirlemek üzere cereyan eden bir mücadele var. Dolayısıyla bu söylem iki ülke arasındaki gerilimin bir çatışmaya dönüşebilecek denli yükseldiği havası vermişti. Ama sonra ortaya çıktı ki, Erdoğan bir yandan Netanyahu hükümetinin Gazze’deki katliamlarına tepkili halkımızın duyduğunda hoşuna gidecek sert söylemlerde bulunurken diğer yandan Suriye’de bir çatışmayı önlemek üzere Azerbaycan’ın arabuluculuğunda İsrail’le müzakereler yürütüyormuş. Öyle ki o müzakerelere ilişkin verdikleri demeçlerde İsrail tarafı Türkiye’ye Suriye’de çizdikleri kırmızı çizgiden bahsederken, Türk yetkililerin oldukça alttan alan açıklamalar yaptığına şahit olduk.

Erdoğan Türk halkının her an İsrail’le savaşma ihtimalimiz olduğu şeklinde bir algılama içerisinde bulunmasını, öyle bir tehdidi adeta iliklerine kadar hissetmesini istiyor, fakat fiiliyatta İsrail’in gölgesine bile basmamaya dikkat eden, olası çatışmaları önlemek için azami ihtiyatla hareket eden bir politika izliyor.

Gerçekte ise bu tür bir iki yüzlü politika Türkiye’nin İsrail üzerindeki etkinliğini neredeyse sıfıra indiriyor. Arkasında başta ABD olmak üzere Batı’nın desteği olan İsrail gibi bir ülkeye, orta güçteki Türkiye’nin öyle ya da böyle iradesini dayatmasını beklemek gerçekçi değildir. Lakin bu, Türkiye’nin tümüyle etkisiz olduğu anlamına da gelmemektedir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 7 milyar dolar kadardır ki bunun 5 milyar doları Türkiye’nin İsrail’e yaptığı ihracattır, İsrail Türkiye’den çelik, metal, makine, çimento gibi bazı kritik mamuller almaktadır, bunlar ikamesi olmayan ürünler değildir, ama çoğunu İsrail’in daha ucuza, uyguna bulması da kolay değildir. Keza Azerbaycan petrolü Türkiye üzerinden İsrail’e ulaşıyor. İsrail’in savunmasında Kürecik Radar Üssü’nün önemli bir rol oynadığı da herkesin bildiği bir sır… Bunları uzatmak mümkün…

Soğukkanlı ve akılcı bir politika izleyebilmesi halinde bunlar belli ölçüde de olsa Ankara’nın Tel Aviv üzerinde tesir sahibi olmasını sağlayabilecek güçlü manivelalardır. Türkiye bu imkanlarını Filistinlerin durumunun bir nebze de olsa iyileştirilebilmesi istikametinde rahatlıkla kullanabilir.

Çok ciddi sıkıntılar altında yaşam mücadelesi veren Filistinlilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesine gerçekten öncelik veriyor olsaydı iktidarın bu tür bir politika izlemesi beklenirdi. Oysa Erdoğan’ın önceliği bu değil…

Erdoğan Türk halkının İsrail’le savaşma tehdidi altında olduğu duygusuna kapılmasını istiyor ki şu tür bir mesajı verebilsin: “İsrail gibi saldırgan bir güç karşısında ciddi güvenlik tehdidi altındayken halkımıza düşen görev devletin, yani tek adam rejiminin etrafında kenetlenmesidir.”

“Zaman Erdoğan’ın en azılı rakibini kendisini seçimde yeneceği korkusuyla hapse tıktığına tepki gösterme zamanı değildir. Evet, Türkiye zenginin daha da zenginleştiği, fakirin daha da fakirleştiği, dünyada sosyal eşitsizliğin en yüksek olduğu ülkelerden biri haline gelmiş olabilir, kronikleşen enflasyon alt ve orta sınıfların belini iyice büküyor olabilir, yolsuzluklar tepeden tırnağa tüm sistemi kanser gibi sarmış da olabilir. Türkiye’nin İsrail gibi hayati bir tehlikeyle yüz yüze olduğu bir konjonktürde bu meselelere takılmak büyük resmi görmemekle, hatta devlete ihanetle eş değerdir.”

Nitekim Erdoğan bugün bakanlar kurulu toplantısı sonrası düzenlediği basın toplantısında şöyle dedi: “Çok uzun olmayan bir süreçte, hiç ama hiç kimsenin, bize efelenmeyi dahi göze alamayacağı bir savunma kapasitesine erişmiş olacağız. İktidarımız ve ittifakımız, bölgemizin içinde bulunduğu bu sancılı dönemde Türkiye’nin istiklal ve istikbalinin temelidir, teminatıdır.”

Bunun Türkçesi şu: “Türkiye’yi 23 yıldır idare ettiğimiz halde henüz kimsenin bize efelenmeyi göze alamayacağı bir savunma kapasitesine ulaşabilmiş değiliz. O yüzden şimdi İsrail’e karşı bir şey yapamıyoruz ve o yüzden İsrail bize efelenirse kötü olur. Çok dikkatli olmalıyız ey halkımız, her an üzerimize füzeler yağabilir. Ama yani aciz falan değiliz, kimseden korkuyor da değiliz, yanlış falan anlamayın, korkun, çok korkun, ama bu korku sizi yanlış sonuçlara, mesela hükümetimizin beceriksiz olduğu gibi hatalı sonuçlara ulaştırmasın. Çünkü o savunma kapasitesine ha ulaştık, ha ulaşacağız… üç vakitte… üç ayda da olabilir… üç senede de… ama bunun için bu sancılı dönemde iktidarımıza tam destek vermeniz şart. Yoksa kötü olur, ona göre!”

Mahalle kavgalarında birilerinin araya girdiğinden emin olduktan sonra yeri göğü inleterek, hatta üstünü başını parçalayarak “Tutmayın beni!” diye naralarla trip atanlar vardır. İçeriye bakan yönüyle Erdoğan’ın İsrail karşısında izlediği politika o tipleri hatırlatıyor.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Haberi Paylaş