MHP lideri Bahçeli’nin Öcalan’a “Meclis’e gelsin DEM grubunda silah bırakıldığını ilan etsin” konuşmasıyla start verilen ikinci çözüm süreci çerçevesinde hükümetin muhtemelen ABD ile İngiltere gibi bazı Batılı ülkelerin aracılığında yürüttüğü müzakerelerde PKK’ya belirli vaatlerde bulunduğuna dair yeterince işaret var.
Bu vaatlerin ilkinin Öcalan’ın tecridinin kaldırılarak PKK ve DEM yetkilileriyle serbestçe temas kurabileceği bir özgürlüğe kavuşturulması olduğu anlaşılıyor. Bahçeli zaten bunu sürece start verirken ilan etmişti, nitekim PKK’nın fesih açıklamasında da sürecin devam etmesinin Öcalan’ın durumuyla bağlantılı olduğu şöyle ifade ediliyor: “Söz konusu kararların uygulanması Önder APO’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir.”
Aynı çerçevede PKK liderlerinden Duran Kalkan sürecin bundan sonra nasıl işleyeceğine dair verdiği mülakatta bunu özellikle vurgulayarak şunları söylüyor: “Bu kararları aldırtma iradesi nasıl ki sadece Önder Apo’ya aitse, pratikleştirme iradesi daha fazla sadece Önder Apo’ya aittir. Bunu herkesin bilmesi gerekli. …. Bunlar Önder Apo’nun yürütmesiyle, yönetimiyle, bu temelde özgür çalışır-yaşar koşullara ulaşmasıyla gerçekleşebilecek hususlardır.”
Vaatlerin ikincisinin ise Türkiye’nin omurgasını YPG’nin oluşturduğu SDG’yi (Kürtlerin Rojava dedikleri Suriye’nin kuzeydoğusundaki özerk devleti) tanıması olduğu anlaşılıyor. Bu konudaki açık bazı işaretleri bundan önceki iki yazımda detaylı olarak ele almıştım. Bunları teyit eden çarpıcı bir demeç, PKK’nın fesih açıklaması üzerine Bahçeli’den geldi. MHP lideri yazılı beyanatında “Feshedilen PKK’dan PYD/YPG’ye muhtemel geçiş ve intikallerin denetim ve kontrolünün eşzamanlı ve eşgüdüm halinde nasıl ve ne şekilde temin edilip edilmeyeceği … ayrıca ele alınmalı, müştereken ve maşeri vicdana muvafık halde tatbik edilmelidir” dedi.
Bu şu demek: PKK kendini feshettiğinde özellikle lider kadrosunun hangi ülkelere iltica edeceği üzerinde tartışmalar yürütülüyordu, oysa böyle bir durum söz konusu olmayacak, bu kişiler bölgede kalmayı sürdürecekler, ama Suriye’de toplanarak YPG çatısı altına girecekler. Böyle bir gelişme, fesih açıklamasındaki “PKK adıyla yürütülen çalışmalar sonlandırıldı” ifadesiyle neyin kastedildiğini de ortaya koymaktadır.
PKK artık Türkiye karşısında yenildiğini kabullendiği için kendini feshedeceğini ilan ediyor değil… PKK’nın bir kolu olan YPG tarafından Suriye’de Erdoğan/Bahçeli ittifakının bilinçli veya aymaz politikaları sonucu 2015’ten itibaren kurulan özerk Kürt devletinin nasıl meşrulaştırılacağı meselesi çözüme kavuşturulmak isteniyor. Bunun için PKK’nın Türkiye ve Irak’taki faaliyetlerini (hiç değilse bir süreliğine) sonlandırması karşılığında Erdoğan hükümeti de yukarıdaki iki tavizi vermeye hazırlanıyor.
Fakat aynen on yıl önce büyük bir başarısızlıkla sonuçlanan, hatta tam tersi neticeler üreten ilk çözüm sürecinde olduğu gibi ortada büyük bir sorun var: Erdoğan, PKK’yla yaptıkları bu pazarlıkları kamuoyu önünde kabul etmiyor, sanki PKK, yürütülen operasyonlar karşısında pes etme noktasına gelmiş ve kendisini devletin “şefkatli kucağına” bırakmaya mecbur kalmış gibi bir propaganda yürütüyor.
Şunu hatırlatayım: İlk çözüm sürecinde PKK’yla müzakereler öyle bir noktaya gelmişti ki iktidar Erdoğan’a Nobel Barış Ödülü verilmesi için Batılı başkentlerde kulis çalışmaları yürütüyordu. Nihayetinde Batılı ülkeler, Erdoğan ve Öcalan’a birlikte Nobel verilmesini de kabul etmişlerdi. Bunlar o zaman kamuoyuna duyurulmamıştı, bir diplomat olarak benim şahit olduğum gelişmelerdi. Bunlara rağmen AKP lideri kamuoyu önünde süreci sahiplenmekten özenle kaçınmış, aynen şimdi yaptığı gibi müzakereleri yürütmesi için yakın adamlarını ileri sürmüş, yumurta kapıya dayandığında ise “Benim haberim yok!” diyerek süreci ortada bırakmıştı. Böyle yapma sebebi, Kürt meselesini kaşıyarak terör tehdidini köpürtmenin başkanlık rejimine giden yolda seçim hesapları bakımından daha kullanışlı olacağına karar vermiş olmasıydı.
Şimdi de benzer bir süreçle karşı karşıyayız: Bahçeli yukarıda değindiğim açıklamayı sanki yapmamış gibi Erdoğan PKK’nın fesih açıklamasını “Kuzey Irak, Suriye ve Avrupa başta olmak üzere, örgütün tüm uzantılarını da kapsayan bir karar olarak” değerlendirdiklerini söyledi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel manzarayı şu sözlerle eleştirdi: “”Devlet Bey itiraf etmedi mi ‘Bazı PKK’lıların gidip Suriye’ye katılması konusunun gözetilmesi meselesinin karşılıklı olmasını’. Sayın Bahçeli’nin dediklerinden anlaşılan şu, devlet adına görüşmeyi yapanlar birtakım taahhütlerde bulunmuşlar, pazarlıklar yapmışlar. Devlet Bey de bunun ipuçlarını söyleyip duruyor. Tayyip Bey ise kendi milletvekillerine diyor ki ‘Pazarlık yok, anlaşma yok, gidin bunu anlatın.’ Devlet Bey’in ifadeleri, Tayyip Bey’in argümanlarını çökertiyor. Tayyip Bey’in davranışları da Devlet Bey’in ortaya attığı sözü paspas ediyor.”
Erdoğan bu eleştirilere cevaben “Kimsenin kaygısı, korkusu olmasın, biz Sayın Bahçeli ile birlikte ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz” dedi. Böylece aslında Bahçeli’nin sözlerini de dolaylı olarak sahiplenmiş oldu. Ama dikkat edin, yine dolaylı olarak… AKP liderinin gerekli gördüğünde yan çizeceği bir uzaklıktan süreci götürme çabası çok belirgin…
PKK tüm açıklamalarında üstüne basa basa fesih sürecinin Öcalan’ın özgürleştirilmesiyle doğrudan bağlantılı olduğunu söylüyor, eğer hükümetin böyle bir niyeti yoksa zaten yapması gereken fesih açıklamasını alkışlarla karşılamak değil, “Biz böyle bir şey yapmayacağımız için PKK’nın fesih kararının nezdimizde geçerliliği yok” demesidir. Oysa bir yandan fesih açıklamasının kendilerinin (MİT aracılığıyla) yürüttüğü müzakereler sonucu gerçekleştiğini ilan ederek olumlu bulan bir tavır sergileniyor, diğer yandan Bahçeli’nin daha sürece start verirken söylediği gibi Öcalan’ın umut hakkı çerçevesinde belirli oranda özgürlüğe kavuşturulmasına dair Erdoğan’ın Adalet Bakanı “Böyle bir durum söz konusu değil. Böyle bir görüşme de yok” açıklamasını yapıyor. Bunun apaçık bir hilaf-ı vaki beyan olduğu ortada… Nitekim bu demeç Kürt cenahında öylesine hayal kırıklığı yarattı ki DEM Parti Sözcüsü, Adalet Bakanı’na “Üslubunuz bu süreçte ihtiyacımız olan yapıcı dilden uzak, ne yazık ki zehirleyici bir etki yaratıyor” tepkisini gösterdi.
Keza Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dün Antalya’da tertiplenen NATO Dışişleri Bakanları Gayriresmi Toplantısı sonunda düzenlediği basın toplantısında, bir yabancı gazetecinin sorusu üzerine şunları söyledi: “YPG ile Şam yönetimi arasında varılan mutabakata baktığımızda prensipte iyi karşıladığımızı söyleyip eklemiştik. Burada bir beyan var ama biz bu sözlerin yerine getirilmesini bekliyoruz. YPG’nin askeri yapısının çözülmesi ve Suriye’deki yeni orduya her şeyin entegre edilmesi ve Suriye’de yaşayan Kürt kardeşlerimizin bütün haklardan yararlanması olacaktı. Biz muhataplarımızla konuştuğumuzda şu ana kadar YPG tarafından atılan bir adım olmadığını görüyoruz. Bu adımların hayata geçmesini bekliyoruz. Tek bir silahlı meşru gücün olması, tüm vatandaşların güvenliğinin garanti altına alınmış olması gerekiyor.”
Pek çok açıdan kelimenin en hafif tabiriyle sıkıntılı bir demeç bu… Öncelikle Mazlum Abdi, Şam Yönetimiyle yani Ahmet Şara’yla yaptığı anlaşmayı YPG değil SDG lideri sıfatıyla imzaladı. Siz bir yandan YPG’ye terör örgütü diyeceksiniz, diğer yandan o terör örgütünün Şam Yönetimi tarafından meşru bir muhatap olarak alınıp anlaşma yapılmasını “prensipte iyi” karşılayacaksınız. ABD arabuluculuğunda ve Ankara’nın tasvibiyle yapılan o anlaşmanın YPG’nin Şam’a teslim olma mukavelesi değil, Şara’nın (ve Erdoğan’ın) ABD’yle (ve İsrail’le) ilişkileri düzeltmek için SDG’nin meşruiyetini tanıdığı bir sözleşme olduğu ortada… Fidan’a göre YPG bugüne kadar hiçbir adım atmamış. Anlaşmanın üzerinden iki aydan fazla zaman geçti, Erdoğan “Bir gece ansızın gelebiliriz” tehditlerini niye birdenbire kesti o zaman?
Öte yandan, kamuoyunda sanki PKK silah bırakmış gibi bir hava estirilirken Milli Savunma Bakanlığı Sözcüsü sahada aslında değişen hiçbir şeyin olmadığını dün yaptığı şu açıklamayla duyurdu: “Bölücü terör örgütü PKK tarafından kullanılan bölgelerde arazi arama-tarama; mağara, sığınak, barınak ile mayın ve el yapımı patlayıcı tespit ve imha çalışmalarına bölgenin temizlendiğinden ve ülkemize bir daha tehdit oluşturmayacağından emin olunana kadar kararlılıkla devam edilecektir.” PKK zaten kendini feshedecekse bu operasyonları sürdürmenin manası nedir?
Görüldüğü üzere dışarıya verdiği vaatleri, tavizleri açıkça yalanlar söyleyerek Türk kamuoyundan saklamaya çalışan bir iktidar var karşımızda… Pek çok anketin ortaya koyduğu gibi, İmamoğlu’nu tutuklatması sonrası popülerliği daha da düşen Erdoğan’ın buna rağmen halkın kahir ekseriyetini yeni çözüm süreci konusunda ikna edemediği görülüyor. Düşünün ki, PKK’yla yapılan müzakerelerin temel parametreleri kamuoyuna kasten yanlış aksettirildiği halde bu böyle…
Erdoğan en geç iki yıl içerisinde bir anayasa referandumu düzenlemeyi planlıyor, hemen akabinde de cumhurbaşkanlığı seçimi olacak… Seçim sathı mailine girildiğinde aynen ilk çözüm sürecinde olduğu gibi terör tehdidini köpürterek toplumu kutuplaştırmak suretiyle milliyetçi seçmeni etrafında kenetlemeyi ve muhalefeti daha da sindirmeyi tercih edebilir. Hatta bana sorarsanız bu ihtimal, yeni çözüm sürecinin öngörüldüğü gibi neticelenmesi ihtimalinden çok daha yüksektir.
Bununla birlikte, on yıl öncesinden farklı olarak Erdoğan bugün çok daha az popüler, ekonomi kıyaslanmayacak kadar daha kötü, dış politikada hareket marjı çok daha az ve PKK’nın bir kolu artık ABD ve İngiltere gibi önemli ülkelerle müttefiken özerk bir devlete ve zinde bir düzenli orduya sahip durumda… O nedenle nasıl ki İmamoğlu’nu tutuklatmasının kendisine siyasi, ülkeye ekonomik maliyetini doğru hesaplayamadıysa ve 19 Mart darbesinin rejimdeki sarsıntıları hala sürüyorsa, nasıl ki rejimin hayati saç ayaklarından biri olan güdümlü muhalefetin (CHP’nin) fabrika ayarlarına dönmesini bir türlü sağlayamıyorsa, ikinci çözüm süreci masasını devirmenin de Erdoğan’a artık hem içeride hem de dışarıda ağır maliyetleri olacaktır.
Artık pek saklayamadığı şekilde sağlık durumu hiç iyi gözükmeyen Erdoğan’ın siyasi refleksleri İmamoğlu virajını dönerken yaşanan devrilme tehlikesinin sarsıntılarıyla boğuşurken ikinci bir keskin virajdan geçme imtihanıyla karşı karşıya… Bence AKP liderinin bu virajları kazasız belasız dönme ihtimali yok…
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat