Peki pragmatizmiyle bilinen ABD Başkanı, Erdoğan’ı gerçekten neden bu kadar seviyor? Erdoğan’la ilişkisi Trump’ı neden bu kadar mutlu ediyor? Tabii ki bu sorunun makul bir cevabını iktidar medyasında bulabilmeniz mümkün değil. O nedenle bu cevabın peşine biz düşelim.
Gün geçmiyor ki siyasal İslamcıların ikiyüzlülüklerini ortalığa seren yeni bir gelişme yaşanmıyor olsun.
ABD Başkanı Trump, Washington'ı ziyaret eden İsrail Başbakanı Netanyahu’yla birlikte dün düzenlediği ortak basın toplantısında Erdoğan’a övgüler dizmekten geri durmayarak şunları söyledi:
“Erdoğan adında bir adamla çok iyi ilişkilerim var. [Espri yaparak] Adını hiç duydunuz mu? Ben onu seviyorum, o da beni seviyor. Basının bana “Erdoğan’ı seviyor” diye çok kızacağını biliyorum. Hiçbir zaman sorun yaşamadık, çok şeyler yaşadık [ama] hiçbir zaman sorun yaşamadık.”
ABD Başkanı, İsrail Başbakanıyla yaptığı ortak basın toplantısında, İmamoğlu’na veya başka bir popüler muhalif lidere övgüler dizmiş olsaydı, siyasal İslamcılar bu görüntüye “mal bulmuş mağribi” gibi atlar ve bunun muhalefetin ne denli Batıyla işbirliği içerisinde bulunduğunun, Filistin davasını nasıl sattığının bir delili olduğunu gırtlaklarını çatlatarak ilan ederlerdi.
Ki sıradan bir İsrail Başbakanından bahsetmiyoruz.. iki milyondan fazla insanın yaşadığı Gazze’yi on binlerce sivili katletmek pahasına yerle bir ettiği için Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından, savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar işlediği suçlamasıyla hakkında tutuklama kararı çıkarılan bir İsrail Başbakanı…
Ve yine sıradan bir ABD Başkanı’ndan da bahsetmiyoruz.. Gazze’de İsrail’in hava saldırıları sonucu yerinden yurdundan edilmiş iki milyon insanın başka komşu ülkelere gönderilmesini, yani orada bir etnik temizlik yapılmasını açıktan savunan bir başkan… Hatta o göreve geldikten sonra üniversitesinde İsrail karşıtı protestolara katıldığı için Türk öğrencilerin vizelerinin iptal edilerek apar topar sınır dışı edilmeye başladığı bir başkan…
Eğer övgüler İmamoğlu’na dizilmiş olsaydı, iktidar medyasında şimdi muhalefetin nasıl da “Siyonizm’in maşası” haline geldiği yaftasını ballandırarak anlatan, mürekkebine ağızdan dökülen köpüklerin karıştığı, tahrik edici yazılar okuyor olacaktık. Televizyonların gedikli yorumcuları ABD’nin Filistin davasını sahiplendiği için Erdoğan’ı hedef aldığı mavallarını uzun uzun okuyacaklardı.
Oysa şimdi bize, fikri tutarlılık taşıma endişelerini çoktandır terk etmiş olmalarının verdiği pişkinlik içerisinde, bu görüntünün Erdoğan’ın “ABD Başkanının bile saygı gösterdiği bir dünya lideri” olduğu anlamına geldiğini anlatıyorlar.
Peki pragmatizmiyle bilinen ABD Başkanı, Erdoğan’ı gerçekten neden bu kadar seviyor? Erdoğan’la ilişkisi Trump’ı neden bu kadar mutlu ediyor? Tabii ki bu sorunun makul bir cevabını iktidar medyasında bulabilmeniz mümkün değil. O nedenle bu cevabın peşine biz düşelim.
Madem Trump, Erdoğan’ı bu kadar seviyor, bunun Türk-ABD ilişkilerine ne türlü faydası oluyor? diye sorguladığımızda Türkiye’nin bu sevgiden nasiplendiğini ortaya koyan somut hiçbir gelişme bulamıyoruz. Trump yeniden göreve geldikten sonra, yani üç ay içerisinde Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ikinci kez ağırladığı halde Washington’a gelmek için gün saydığını saklamayan Erdoğan’a henüz bir ziyaret randevusu vermedi.
İki ülke arasındaki sorunlu meselelerin büyük bölümü Suriye’de düğümleniyor. İktidar Suriye’deki YPG’nin omurgasını oluşturduğu fiili Kürt özerk yönetimine (Rojava’ya) kesinlikle müsaade etmeyeceklerini üst perdeden duyurmasına, Erdoğan “Bir gece ansızın gidebiliriz!” diye tehditler savurmasına ve Şam’da artık Türkiye’nin müttefiki bir güç iktidara gelmiş olmasına rağmen Rojava’nın ABD askeri destek ve koruması altında varlığını sürdürdüğüne şahit oluyoruz. Bu konuda ABD’nin öteden beri izlediği politikada herhangi bir değişiklik yaşandığı vâki değil. Demek ki Erdoğan, Suriye’de ABD’yle çatışmak yerine uzlaşmayı seçerek Rojava’nın varlığını kabullenmiş. Nitekim ABD koordinatörlüğünde kotarılan Şara-Abdi anlaşmasına verdiği olumlu tepki de bunu ortaya koyuyordu.
Diğer yandan Şam’daki Türkiye destekli yeni rejimin istikrara kavuşmasının önündeki en büyük engel ABD tarafından (Esad döneminden beri) uygulanan kapsamlı ekonomik yaptırımlar… Ankara bu yaptırımları kaldırması için Washington’u ikna etmeye çalışıyor, lakin şu ana kadar bu konuda da müspet bir gelişme yaşanmış değil…
Erdoğan, İsrail’e lanetler okuyor ama Trump döneminde Netanyahu hükümeti Gazze operasyonlarını durdurmuş değil… Aksine Trump, Netanyahu’yu “Gazze’yi niye tümüyle almıyorsunuz?” diye cesaretlendiriyor. Yani Erdoğan ve Trump arasındaki bu karşılıklı sevişme halinin Filistinlilere olumlu yansıyan bir tarafını da gösterebilmek mümkün değil…
Sanırım tüm bunlardan şunu rahatlıkla çıkarabiliriz: Erdoğan’ı bu kadar sevmesine iten asıl neden, Trump’ın taleplerine yönelik AKP liderinin takındığı müzahir tutumlar olmalıdır.
Türk ve ABD heyetleri arasında kapalı kapılar ardında neler konuşulduğu, ne tür anlaşmalara varıldığını tabiatıyla bilemiyoruz, ama bu konuda elimizde önemli bir ipucu var. Trump’ın partisine, yani Cumhuriyetçilere yakın bir medya olan Fox News’te yer alan bir habere göre Erdoğan Türkiye’nin F-35 programından atılmasına neden olan Rus S-400 füzelerini demonte edip, hatta Türkiye’deki bir Amerikan üssüne teslim etmeye razı olmuş. Trump da bu geri adıma karşılık Türkiye’nin F-35 programına dönmesine yeşil ışık yakmış. Açıkçası Erdoğan bu tavizi Biden döneminde de vermiş olsaydı, Türkiye o zaman da F-35 programına muhtemelen dönerdi. Erdoğan, Biden’a vermediği bir tavizi Trump’a vererek adeta onun gururunu okşuyor.
Burada Trump’la olumlu ilişkiler kurmak için her türlü tavizi vermeye hazır bir Erdoğan’a şahit oluyoruz. Bu tutumu haliyle Trump’ın hoşuna gidiyor. Öyle ki, kendinden oldukça emin bir şekilde Netanyahu’ya “Türkiye ile İsrail arasındaki sorunları çözebileceğinden” bahsediyor.
Erdoğan’la ilişkisini överken gösterdiği örnek ise AKP liderinin muhtemelen hatırlanmasını veya hatırlatılmasını hiç istemediği bir hadise… 2016’da İzmir Diriliş Kilisesi Rahibi ABD vatandaşı Andrew Craig Brunson, “Gülen cemaatiyle bağlantılı bir casus” olduğuna dair hiçbir temeli olmayan suçlamalarla tutuklanmıştı. (Hatta başta rahibin PKK’yla da ilişkisi olduğunu iddia ettiler, fakat iç kamuoyuna satmak için uydurulan hikayenin dışarıya satılırken iyice absürtleştiğini fark ederek sonra ondan vazgeçtiler.) Trump, Brunson’un bir din adamı olduğunu, casuslukla uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığını belirterek kendisinin serbest bırakılmasını talep ettiğinde Erdoğan “Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi (Rahip Brunson) alamazsınız” diye “kükremişti.” Bunun üzerine Trump, Türkiye için oldukça aşağılayıcı olacak şekilde “Rahibi bırakmazsınız ekonominizi mahvederim” tehdidini savuran bir twit attı. Peşisıra Türk Lirası hızla düşünce tüm dünya Erdoğan’ın tabiri caizse kükremekten birdenbire miyavlamaya geçerek Rahip Brunson’u ABD’ye gönderdiğine şahit oldu.
İşte Trump, İsrail Başbakanı’yla canlı yayınlanan basın toplantısında Erdoğan’ı sevdiğini anlatırken bu hadiseyi hatırlatıyordu. Bunun “Benim Erdoğan’ı hizaya getirebilecek gücüm var” demek anlamına geldiği çok açık… Bir anlamda “Zamanında kolunu bükerek istediğim noktaya gelmişti, şimdi sırtını sıvazlamam yetiyor” diyor.
Erdoğan, Trump karşısında neden bu kadar tavizkar bir tutum içerisinde olabilir? Bunun cevabını önceki yazımda vermeye çalışmıştım. İmamoğlu’nu tutuklatarak tamamıyla Rusya tipi bir rejimine dönmeye hazırlandığı işaretleri veren Erdoğan bunun Türkiye’nin iç ve dış siyaseti ile ekonomisinde yol açacağı çalkantılarla baş edebilmek için Trump’ı yanına çekmeyi, onun aktif desteğini almayı hedefliyor.
Önümüzdeki günlerde Türkiye ve İsrail arasında Suriye’de Netanyahu hükümetinin taleplerinin büyük bölümünü kabul ettirdiği bir anlaşma yaşanması sürpriz olmayacaktır. Trump'ın, Netanyahu’yla basın toplantısında söylediği şu sözler bunu gösteriyor: “Başbakan'a [Netanyahu’ya] ‘Eğer Türkiye ile bir sorununuz varsa, bunu gerçekten çözebileceğimi düşünüyorum’ dedim. Biliyorsunuz, Türkiye’nin lideriyle çok çok iyi bir ilişkim var. Ve sanırım bunu çözebileceğiz.”
İsrail basınında yer alan haberlere göre, Netanyahu Suriye’nin fiilen İsrail, Türkiye ve Rusya etki alanlarına bölünmesini istiyor, buna göre İsrail güneydeki Dürzi, kuzeydoğudaki Kürt yoğunluklu bölgenin hamiliğini üstlenirken, Rusya da geri dönerek Nusayrilerin yoğun yaşadığı kıyı şeridinin hamiliğini alacak. Türkiye ise HTŞ üzerinden geri kalan bölgenin hamisi olacak. Şara’nın ne Rusya’nın bu şekilde geri dönüşünü ne de Suriye’nin bölünmesinin meşrulaştırılmasını Suriye halkının çoğunluğunu oluşturan Sünni Araplara kabul ettirebileceğini sanmıyorum. Trump’ın Netanyahu’yla “makul olursan Erdoğan’la sorunları çözerim” diye şartlı konuşması İsrail hükümetinin bu maksimalist talepleri tümüyle kabul ettiremese bile aşağı yukarı bu çerçevede bir çözüm üzerinde anlaşma ihtimallerinin yüksek olduğunu gösteriyor.