Erdoğan, Suriye’deki iktidar değişimini Türkiye’nin sınırlarına hapsedilemeyeceğinin bir örneği olarak gösteriyor, Netanyahu ise aynı hadisenin Orta Doğu’da İsrail’in endişeleri dikkate alınmadan yeni bir düzen kurulamayacağını gösterdiğine inanıyor. Bu iki iddianın aynı anda doğru olma ihtimali yok…
İktidarın Suriye’de attığı fetih naraları arasında halkın duymasını pek istemediği bir gerçek var: Esad rejiminin düşüşü sonrası Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni dengeler Türkiye dışında, hatta Türkiye’den çok daha fazla bir başka ülkenin kazanan kürsüsünde olduğunu gösteriyor.
Amerikan The Foreign Policy dergisinde Lina Khatib imzasıyla çıkan yazıda bu hakikat şöyle anlatılıyor: “Esad rejiminin çöküşünün domino etkisi kaçınılmaz olarak İran'ın hakim olduğu bölgesel düzenin sonu anlamına gelecektir. Bunun yerini İsrail ve ortaklarının hakim olduğu bir bölgesel düzen alacaktır. … İsrail, etrafı düşmanlarla çevrili ve bölgesel meşruiyet için çırpınan bir devlet olmaktan çıkıp Ortadoğu'nun gündem belirleyicisi haline gelecektir. Hem ABD hem de Rusya ile iyi ilişkilere sahip olması da İsrail'i … kilit bir oyuncu haline getirmektedir.”
Yine Amerikan The Wall Street Journal gazetesinde “İsrail ve Türkiye karşı karşıya: Orta Doğu'da Şiddetlenen Güç Mücadelesi” başlığıyla dün yayınlanan yazı şu cümleyle başlıyor: “Türkiye ve İsrail, İran'ın Orta Doğu'daki etkinliğinin dramatik düşüşü demek olan Suriye rejiminin çöküşünden stratejik olarak en çok faydalanan ülkeler. Geçen yıl Gazze'de savaş başladığından beri zaten bozuk olan ilişkileri kopma noktasına gelen bu iki Amerikan müttefiki, şimdi Suriye ve ötesinde kendi aralarında bir çarpışma rotasına girmiş durumdalar.”
Erdoğan, Suriye’deki iktidar değişimini Türkiye’nin sınırlarına hapsedilemeyeceğinin bir örneği olarak gösteriyor, Netanyahu ise aynı hadiseyi Orta Doğu’da İsrail’in endişeleri dikkate alınmadan yeni bir düzen kurulamayacağını gösterdiğine inanıyor. Bu iki iddianın aynı anda doğru olma ihtimali yok…
Keza Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasının Netanyahu’nun işlerini kolaylaştırdığı düşünen uzmanlar az değil… Ne gariptir ki Erdoğan da Trump’ın seçilmesinin Türkiye’nin işlerini kolaylaştıracağına inanıyor, yeni seçilen ABD Başkanı’nın kendisine övgüler yağdırmasını şu şekilde değerlendiriyor: “Sayın Trump da aslında bir durum tespiti yaparak ülkemizin gücü ve etkinliğinin altını çiziyor. Doğru söze ne denir? Tespitler yerinde. Aramızda herhangi bir sıkıntı gerçekten yok. Şu an itibariyle kendisi seçildiği andan itibaren görüşmelerimizi yaptık. Sayın Trump pragmatik bir siyasetçi.”
Oysa Türkiye ve İsrail’in Suriye’ye yaklaşımı da birbirinden tamamen farklı… İsrail İslamcıların idaresindeki bir Suriye’nin zayıf ve parçalı kalmasını çıkarına bulurken, Türkiye tam tersi şekilde HTŞ iktidarının başarılı olması için elinden geleni yapacağını ilan ediyor.
Nitekim İngiliz The Financial Times gazetesinde Gideon Rachman imzasıyla bu hafta çıkan bir analizde şöyle deniliyor: “Erdoğan ve Netanyahu'nun birbiriyle rekabet halindeki ihtirasları Suriye'de kolayca çatışabilir. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin de çıkarları söz konusu olduğu için Suriye, rakip bölgesel güçlerin savaş alanı haline gelebilir.”
İsrail parlamentosunun dışişleri ve savunma işleri komitesi başkanı Yuli Edelstein “Türkiye ile ilişkiler kesinlikle kötü bir yerde, ancak daha da kötüleşme potansiyeli her zaman var” dedikten sonra şu aşamada iki ülkenin birbirini tehdit eder konumda olmasa da Türkiye’nin Suriye’de desteklediği örgütlerle İsrail arasında ileride çatışma yaşanabileceğine dikkat çekiyor.
Çatışma alanlarından biri, ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri adlı, Suriye iç savaşı sırasında Fırat’ın doğusunda oluşan fiili Kürt devletinin akıbeti olacaktır. Erdoğan hükümetinin ABD’nin arabuluculuğunda YPG’yle bir ateşkesi kabul etmemesi halinde, Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen iki senatörü ortak bir açıklama yaparak, Türkiye’ye yönelik 2019’da Senato’ya sunulan ekonomik yaptırım tasarısının canlandırılacağı tehdidinde bulundu. O yaptırım tasarısı o zaman Türkiye’nin Suriye’de YPG’ye yönelik askeri harekât başlatması üzerine hazırlanmış, Erdoğan bu tehdit karşısında tükürdüklerini yutarak harekatı durdurmak zorunda kalmıştı. O harekatı durdurunca tasarı Senato’dan geçirilmemişti. Tasarının en dikkat çekici unsurlarından biri Erdoğan’ın mal varlığının araştırılarak açıklanacak olmasıydı.
İsrail’in ABD’yi bu tutumunu sürdürmesi konusunda cesaretlendirmesi beklenmelidir. Nitekim İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar bu hafta Ankara'yı kızdırmaktan kaçınmayan bir demeç vererek “hem Türkiye hem de İran tarafından baskı altında tutulan Kürtleri doğal müttefikleri olarak gördüklerini, İsrail’in Kürtlerle bağlarını güçlendirmesi gerektiğini” söyledi.
Birçok İsrail başbakanına danışmanlık yapan bir uzman olan Shalom Lipner, The Wall Street Journal’la şu endişeyi paylaşmış: “HTŞ'nin Türkiye'nin himayesi altında Şam'da sürücü koltuğuna oturması, İsrail için kuzeydoğu sınırında düşman İslamcılarla karşılaşma ihtimalini ürkütücü hale getiriyor. Eğer Kürtler geri püskürtülürse bu durum daha da karanlık bir hal alabilir ve IŞİD'in yeniden canlanmasına yol açabilir.”
Ortadoğu’daki önceki statüko 7 Ekim Hamas saldırısıyla 7 şiddetinde depreme maruz kalmıştı, yarım asırlık Esad rejiminin devrilmesiyle aynı şiddette ikinci bir sarsıntıya uğrayan eski jeopolitik sistem böylece artık tarihe karıştı. Ortadoğu büyük bir tarihi dönemecin arefesinde bulunuyor. Bölgede yeni düzenin nasıl şekilleneceği meselesi, orta vadede, dünyada başta ABD, Çin ve Avrupa dahil tüm büyük güçlerin müdahil olacağı bir güç mücadelesini tetikleyecektir. Bu mücadelenin bir boyutunun da Erdoğan ve Netanyahu tarafından idare edildikleri müddetçe Türkiye ve İsrail arasında cereyan etmesi kaçınılmaz gözükmektedir, ki bunun ilk muharebe alanı Suriye’de Fırat’ın doğusundaki topraklar olabilir.