İran’dan Cannes’a: Çekilmeden suç sayılan filmlerin yönetmeni

2025 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan Sadece Bir Kazaydı, İranlı yönetmen Cafer Panahi’nin sadece bir sinemacı değil, bir tanık olarak verdiği mücadeleyi evrensel bir çığlığa dönüştürüyor.

Edebiyat dünyasında, ‘hayat mı edebiyatı taklit eder, yoksa edebiyat mı?’ sorunsalı cevabı verilemeyen dilemmaların başında gelir. Oysa cevabı basittir, ‘her ikisi de dünyaya dairdir…’

Cannes Film Festivali’nde ‘Altın Palmiye’ ödülü kazanan İranlı bir sinemacının hikayesi okuyana, ‘ben bu filmi görmüştüm!’ efekti yaşatacak bir tatta. Öyle ki, yazılmamış kitabın, çekilmemiş filmin, yapılmamış konuşmanın, atılmamış tweetin cezalandırıldığı çok tanıdık bir coğrafyayı anımsatıyor.

GERÇEK BİR SİNEMA HİKÂYESİ: PENAHİ’NİN PORTRESİ

Meseleyi ‘bilinç akışı tekniği’ ile değil kronolojik açıdan okursak derdimizi daha iyi anlatabiliriz gibi geliyor. İşte insana, ‘ben bu filmi görmüştüm!’ dedirten film gibi(!) bir sinemacının yaşadığınız coğrafyaya göre ‘alışıldık’ yahut ‘sıradışı’ hikayesi. İran sinemasının asi ruhu, susturulmak istenen ama her defasında başka bir yolla sesini duyurmayı başaran bir sanatçı: Cafer Penahi. Doğduğu coğrafyada ne söylediği kadar neyi söylemediğiyle, neyi çektiği kadar çekemediğiyle de yargılanan bir adamın portresi bu.

BİR YENİ DALGA KLASİĞİ: PENAHİ’NİN DOĞUŞU

Cafer Penahi 11 Temmuz 1960 tarihinde İran’ın Miyana şehrinde doğdu. İran Yeni Dalgası’nın en etkili isimlerinden kabul ediliyor. Yönetmen, senarist ve yapımcı. Kariyeri boyunca Cannes Film Festivali Altın Palmiye, Venedik Film Festivali Altın Aslan ve Berlin Film Festivali Gümüş Ayı ödüllerini kazandı. Peki Penahi’ye en son 2025 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazandıran sinema kariyeri nasıl gelişti. İşte ödül kazanan son filminin ismine (Sadece bir kazaydı) fena halde benzeyen sinemacılık kariyeri.

SİNEMAYI SUÇ SAYAN BİR REJİMLE HESAPLAŞMA

2009’da Ahmedinejad’ın iktidara gelmesinden sonra yaşanan sokak olaylarında, öldürülenlerin anısına düzenlenen bir törene katıldığı için ‘ulusal güvenliğe karşı işlenen suçlara’ ilişkin hüküm gereği tutuklandı. Serbest bırakıldı ama bu bir ‘ön uyarı’ gibiydi. Aynı yıl içinde bir kez daha gözaltına alındı. Bu sefer serbest bırakılmadı. Ne tam bir suçlama vardı ne de bir duruşma…

CANNES’A UZANAN BİR HÜCRE MEKTUBU

2010 Cannes Film Festivali’ne günler kala açlık grevine başladı. Hapishaneden gönderdiği mektup festivalin açılışında Cannes Film Festivali’nde Fransa kültür bakanı Frédéric Mitterrand ve Fransa Dış İşleri Bakanı Bernard Kouchner tarafından okunduğunda, salondaki sessizlik, sanatın susturulamayacağının evrensel yankısıydı. “Rejime karşı film yapmadım,” diyordu o mektupta, ama ekliyordu: “Burada sesini kimsenin duymadığı pek çok suçsuz insan var.” Bu mektup, Penahi’nin sadece sinemacı değil, aynı zamanda tanıklık eden bir insan olarak da güçlü bir ses olduğunu kanıtladı. Uluslararası Af Örgütü, Cannes’daki boş sandalyesini “rejimin sanatı susturma takıntısının bir simgesi” olarak tanımladı.

Rejim, Penahi’nin yalnızca sanatını değil, nefesini de denetim altına almak istedi. 2011’de 20 yıl boyunca film çekmesi, senaryo yazması, röportaj vermesi ve ülke dışına çıkması yasaklandı. Ev hapsine mahkûm edildi. Ama o, tüm bu yasaklara karşı kendi dilinde konuşmaya, yani sinema yapmaya devam etti.

BU BİR FİLM DEĞİL… AMA HER ŞEYDİ

Penahi, yasaklara en yaratıcı cevaplardan birini Bu Bir Film Değil ile verdi. Kendi evinde, el kamerasıyla, çekmek isteyip de çekemediği bir filmi anlatırken kendisini kayda aldı. Bu film, bir kekin içine gizlenmiş USB bellekte Fransa’ya kaçırıldı ve Cannes’da gösterildi. İsmi bile başlı başına bir meydan okumaydı: Bu Bir Film Değil. Ama aslında her şeydi.

2015’te çektiği Tahran Taksi ise bir başka yaratıcılık örneğiydi. Şoför kılığına giren Penahi, aracına binen yolcularla gerçek hayattan kopmayan sohbetler etti. Araç içindeki sabit kamera, hem yolculuğu hem de ülkenin ruh halini belgeledi. Film, Berlin’de Altın Ayı kazandı.

YÖNETMEN DEĞİL, TANIK: PENAHİ SİNEMASI

2025 yılında, Cannes Film Festivali’nde bir kez daha sahneye çıktı; bu defa Sadece Bir Kazaydı filmiyle. Birçok izleyici bu filmi izlerken “Ben bu hikâyeyi daha önce görmüştüm,” dedi. Çünkü Penahi’nin anlatmaya çalıştığı şey, sadece İran’a özgü değildi. Susturulmak istenen tüm fikirlerin, görünmez kılınan tüm hayatların, yok sayılan tüm gerçeklerin evrensel çığlığıydı bu.

Onun hikâyesi, coğrafyanın nasıl kader kılındığının, bazen çekilmemiş bir filmin bile suç sayıldığının, hatta bir yönetmenin sadece potansiyel tehlike olarak bile yargılanabileceğinin bir özetidir.

Penahi filmleri izleyicide sarsıcı bir gerçeklik hissi bırakır. Çünkü o filmleri yönetmen olarak değil, tanık olarak çeker.

COĞRAFYA KADER MİDİR?

Yazının başında, hayatla edebiyat arasındaki çizgiden söz etmiştik. Şimdi o ikileme bir de şu tartışmalı önerme ekleniyor: “Coğrafya kaderdir.”

İbn Haldun’un bu sözü gerçekten söyleyip söylemediği ayrı bir tartışma konusu. Ama bazı coğrafyalarda, muktedirlerin, “müşterisi hazır hikâyelerden” asla vazgeçmemesi bir gerçek. Ve o hikâyeler çoğu zaman, yazılmamış bir kitabı, söylenmemiş bir sözü, çekilmemiş bir filmi tehdit olarak algılayabiliyor.

VİCDANİ KANAATLE SUÇ YARATMAK

İşte o zaman, hakkında somut bir delil bulunmasa da “vicdani kanaatle” birinin suçlu ilan edilmesi mümkün olabiliyor. Tıpkı Cafer Penahi’nin başına geldiği gibi…

Çünkü bu bazı coğrafyalarda, ‘hakkında somut delile ulaşılamasa da vicdanı kanaatlerin şüphelinin silahlı terör örgütü üyesi olduğu yönünde’ tezahür etmesi misali, çekilmemiş filmin, ‘sisteme zarar verme ihtimaline binaen’ çektiği varsayılan yönetmenin cezalandırılması şeklinde yinelenebiliyor.

BU FİLMİN FRAGMANINI SİZ DE GÖRDÜNÜZ

Evet, bu hikâye insana gerçekten de “Bu filmi görmüştüm!” dedirtiyor. Belki bir sinema salonunda değil, ama yaşadığınız coğrafyanın sokaklarında, haberlerinde, mahkeme salonlarında, cezaevlerinde… Bu filmi hepimiz bir şekilde izledik…

Haberi Paylaş