97 yaşındaki Haldun Dormen’in “Türkiye’nin en büyük sorununu söylersem hapse atarlar” cümlesi sadece bir sanatçının korkusu değil, Türkiye’nin bugün geldiği noktanın özetidir. Fehmi Koru’nun Karar gazetesindeki yazısı, artık dile getirmekten çekinilen gerçeklerin sesi olmuş durumda. Ancak yazıda adı geçen bir kadın yöneticiye yapılan muamele, buzdağının yalnızca görünen kısmı. Türkiye’de cezaevlerinde yaşananlar, insan onuruna ve hukuka yapılan sistematik bir saldırıya dönüşmüş durumda.
15 KİŞİLİK KOĞUŞTA 35 TUTUKLU: TIKA BASA ADALET
Bugün Türkiye’de bazı cezaevlerinde 15 kişilik koğuşlara 30 hatta 35 kişi tıkıştırılıyor. İnsanların yerde battaniye serip sıra ile uyuduğu, ranzaların üç kat çıktığı, tuvaletlerin bile sırayla kullanıldığı bir düzen kurulmuş durumda. Bu durum sadece kapasite fazlalığı değil; aynı zamanda bir cezalandırma biçimi haline gelmiş durumda.
Bu kalabalık koğuşlarda kimler mi var? Doğumdan hemen sonra gözaltına alınan kadınlar, hamileyken tutuklanan anneler, yaşlılar, hastalar ve hatta bebekler.
DOĞUMDAN SONRA GÖZALTI: İNSANLIĞIN SON NOKTASI
Fehmi Koru’nun bahsettiği Dr. İpek Elif Atayman’a yapılan uygulama, Adalet Bakanı’nın doğrudan müdahalesiyle ancak biraz insani hâle getirilebildi. Oysa onun gibi onlarca kadın doğumhane kapılarında gözaltına alınıyor. Süt izni, lohusalık gibi temel insani ihtiyaçlar göz ardı ediliyor.
Bir anne, henüz dikişleri alınmadan, bebeğiyle birlikte cezaevi aracına bindirilip, beton duvarların arasına gönderiliyor. Bu tabloya hangi vicdan sessiz kalabilir?
80 YAŞINDA CEZAEVİNDE KADINLAR VAR
Bu ülkede 80 yaşını geçmiş, bastonla yürüyen kadınların kelepçelenip cezaevine konulduğunu gördük. Kalp hastası, felçli, Alzheimer hastası tutuklular hâlâ içeride. İnsanlık adına utanılacak bir tablo bu. Adaletin ölçüsünü yitirdiği her yerde, zulüm sıradanlaşır.
750’DEN FAZLA ÇOCUK CEZAEVİNDE
Resmî verilerle konuşmak gerekirse, Türkiye cezaevlerinde anneleriyle birlikte yaşayan çocuk sayısı 750’yi aşmış durumda. Bu çocuklar ne ile suçlandı? Annesinin suçlanması onların hayatına zincir vurulmasını mı meşrulaştırıyor?
Beton duvarlar arasında, oyuncak yerine parmaklık gören bu çocuklar neyin bedelini ödüyor?
KELEPÇELİ YOLCULUKLAR, SOĞUK ZEMİNLER, BİTMEYEN BİR REHİNLİK HÂLİ
Koru’nun yazısında geçen “bir metrekarelik kabinde 7,5 saat kelepçeli yolculuk” detayı bile başlı başına bir işkencedir. Ancak aynı muameleyi yaşayan kim bilir kaç hamile kadın, kanser hastası, yaşlı mahpus var? Bir ranzayı bile çok gören cezaevi sistemi, sadece hukukun değil, insanlığın da sınırlarını zorlamaktadır.
Koru’nun yazısı, Haldun Dormen’in sözlerini bir kez daha haklı çıkarıyor: Bu ülkede bazı gerçekleri söylemek gerçekten hapse atılma sebebidir. Ama bazılarını söylememek, insanlığa karşı işlenen suçlara sessiz kalmak anlamına gelir.
SESSİZLİĞİ DAĞITMAK ZORUNDAYIZ
Cezaevleri Türkiye’nin aynasıdır. O aynaya bakıldığında görülen ise bir hukuk devletinden çok uzak, korkunun ve zulmün hüküm sürdüğü bir sistemdir. Haldun Dormen’in “Söylersem hapse atarlar” cümlesi bu düzenin geldiği noktayı özetliyor.
Fehmi Koru’nun yazısı, evet bir kıpırtıdır. En azından kamuoyunun görmediği, medyada yer bulamayan bir insanlık suçuna dikkat çekmiştir. Ama bu vicdan kıpırtısı, bütün bir zulüm sistemini görünür kılmaya yetmez.
Çünkü Türkiye’de cezaevleri artık yalnızca suçluların değil, muhaliflerin, gazetecilerin, akademisyenlerin, annelerin ve bebeklerin tutulduğu toplama merkezlerine dönüşmüştür. Orada her geçen gün umut değil, çocukluk çürütülmektedir. Ve bu sadece “dehşet verici” değil, tarihe utanç olarak geçecek bir dönemdir.