Adı bir türlü tam olarak ifade edil(e)meyen barış/açılım süreci (terörsüz Türkiye), dağdaki silahlı gruplara yönelik doğrudan bir af ya da infaz indirimi düzenlemesi ile dolaylı bir af uygulamasına yönelik büyük bir beklenti meydana getirdi.
Mahpus aileleri yıllardır dört duvar arasında olan yakınlarının özgürlüklerine kavuşacakları günün hayallerini kurmaya başladılar. Barış/açılım sürecinin müzakere başlıklarını kamuoyu tam olarak bilmese de bunlardan en başta gelenlerinden birinin “mahpuslara af” olduğunu tahmin etmek zor değil.
KAPALI KAPILAR ARDINDAN MÜZAKERE
Gerçekten de içinde af/kısmi af olmayan bir müzakere masasının en azından DEM Parti ve Öcalan tarafından kabul edilmeyeceği ve dolayısı ile af meselesinin sürecin devamı için elzem olduğu herkesin malumu. Ancak kapalı kapılar ardında ve şeffaflıktan uzak sürdürülen müzakerelerde neyin taraflarca kabul edildiği bilinmiyor veya en azından açıkça ifade edilmiyor.
Bununla birlikte dışarıya sızan bilgilerden silahlı dağ kadrosunda çatışmaya girmemiş/eyleme katılmamışlar için bir infaz düzenlemesinin üzerinde çalışıldığı anlaşılıyor.
Geçen hafta MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’a dayandırılarak yapılan habere göre ise infaz indiriminin kanun hükmünde kararname (KHK) mağdurlarını da kapsayacak şekilde düzenlenmesi isteniyor.
Hatırlanacağı üzere, 2020 yılında Bahçeli’nin cezaevinde Alaattin Çakıcı’yı ziyareti sonrasında yapılan 7242 sayılı Kanun ile Covid-19 salgını gerekçe gösterilerek infaz indirimi adı altında dolaylı bir af düzenlemesi yapılarak yaklaşık 100 bin hükümlünün tahliyesi sağlanmıştı. Ancak bu düzenlemede terör suçları kapsam dışında bırakılmıştı.
Daha sonra Cumhuriyetin 100. yılı nedeniyle kısmı bir infaz düzenlemesi daha yapılmış, ancak terör suçları yine kapsam dışında bırakılmıştı. Dolayısı ile önceki infaz düzenlemesi daha çok adî suçları/suçluları hedef almıştı. CHP’nin yaptığı iptal başvurusunu ise Anayasa Mahkemesi önceki içtihatlarına aykırı şekilde reddetmişti.
ANAYASA MAHKEMESİ RAHŞANI AFFI’NI EŞİTLİK
Oysa AYM daha önceki yıllarda, örneğin 1991 yılında aynı cezayı almalarına rağmen farklı suçlar arasında farklı infaz süreleri getirilerek cezaların farklı çektirilmesi sonucunu doğurduğu gerekçesi ile bir düzenlemeyi eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine aykırı bulmuştu.
Yine 2001 yılında “Rahşan Affı” olarak bilinen 4616 sayılı Kanun iye yapılan infaz düzenlemesini de önce ceza kanununda daha yüksek ceza öngörülen bazı suçlardan mahkûm olanların ceza kanununda daha az ceza öngörülen başka suçlardan mahkûm olanlardan daha erken ceza evlerinden çıkma imkanı getirdiği gerekçesi ile iptal etmiş, yeniden getirilen düzenlemeyi de bu defa af niteliğinde olduğu ve gerekli çoğunluk ile yasalaşmadığı gerekçesi ile iptal etmişti.[1]
Aynı kriterleri uygulasa her üç yaklaşıma göre de terör gibi devlete karşı işlenen suçları kapsamayan pandemi sürecinde infaz düzenlemesinin iptal edilmesi gerekirdi.
USULÜN SON KURBANI EKREM İMAMOĞLU OLDU
Esasen Türkiye’de mevcut rejimin özellikle son on yılında terör suçu kavramı tamamen siyasallaşmış, muhalifleri sindirmenin bir aracına dönmüş durumda. Öyle ki genellikle bununla suçlananlar herhangi bir şiddete ve suça bulaşmamış barışçıl muhalifler ve bunların meşru eylemleri olmaktadır. Bu şekilde tedip edilmek istenenler dönem dönem değişse de usul hep aynı kalmaktadır.
Nitekim bu usulün son kurbanları da Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibi ile onun lehine gösteri yapan gençler olmuştur.
Dolayısı ile yapılacak bir infaz düzenlemesinin Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesini kapsaması hâlinde silahlı gruplar ile beraber Selahattin Demirtaş gibi kürt siyasetçilerin ve KHK’lıların da tahliye edilmesi gerekir ve bu toplumsal barışa katkı sağlar.
Bununla birlikte mevcut iktidarın bilerek ve isteyerek anayasaya açıkça aykırı şekilde aynı suçtan suçlananlar arasında bir ayrıma gitmesi halinde bunu engelleyebilecek bir mekanizmanın da artık kalmadığının altını çizmek gerekiyor.
Nitekim önceki infaz düzenlemesinde Anayasa Mahkemesine yapılan iptal başvurusunu Mahkeme oy çokluğu reddetmişti. O günden bugüne ne iktidar hukuka daha saygılı hale geldi ve ne de AYM’nin evrensel hukuk anlayışı müsbet yönde değişti.
AVRUPA’DA EN FAZLA CEZAEVİ NÜFUSU TÜRKİYE’DE
Tersine iktidara daha da uyumlu hale geldi! Tabi önceki düzenlemede aynı suçla suçlananlar arasında bir ayrım tartışma konusu değildi.
Aynı suçtan mahkûm olanlar arasında bir ayrıma gidilmesi, örneğin sadece PKK’dan mahkûm olanları kapsayacak şekilde bir düzenleme yapılması elbette anayasaya aykırılığı çok aşikâr bir düzenleme olacaktır. Bununla birlikte kendi iç dinamikleri ve pratik ihtiyaçları dışında iktidarı/rejimi bu tür hukuksuzluklardan alıkoyabilecek bir denge mekanizması da maalesef artık bulunmuyor.
Diğer yandan Avrupa Konseyi’nin 2020 verilerine göre Avrupa’da cezaevlerinde nüfusa oranla en fazla tutuklu ve hükümlü Türkiye’de bulunuyor. Ayrıca Türkiye’de terör örgütü suçlaması ile cezaevinde bulunanların sayısı tüm Avrupa ülkelerinde bu suçtan cezaevlerinde bulunanların toplamından daha fazla.
Eğer gerçekten toplumsal bir barış hedefleniyor ise, muhalifleri susturma ve bastırmanın aracı haline dönüşmüş terör örgütü üyeliği gibi anayasal düzene karşı suçlar, yasama organı ve hükûmete karşı suçlar ile Cumhurbaşkanına hakaret gibi suçların da kapsama alınması gerekir.
Zira bu suçlardan mahkûm olan Osman Kavala gibilerin da kahir ekseriyetinin gerçek bir suç işlemediği herkesin malumu.
[1]Daha geniş bilgi için bakınız: https://kronos38.news/aym-eski-raportoru-yazdi-infaz-indirimi-yasasi-iptal-edilir-mi/