Anayasa Mahkemesi’nin zamanlaması manidar şekilde geçtiğimiz hafta verdiği Hasan Sarıcı kararı ‘acaba AYM Gülen cemaatine yönelik davalarda AİHM çizgisine mi dönüyor?’ sorusunu tekrar gündeme getirdi. Acaba öyle mi?
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) zamanlaması manidar şekilde (Son yazının başlığı: ‘Yargı, Gülen cemaatine yönelik davalarda tavır mı değiştiriyor?’) geçtiğimiz hafta verdiği Hasan Sarıcı (Başvuru no: 2018/37695 https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37695) kararı ‘acaba AYM Gülen cemaatine yönelik davalarda AİHM çizgisine mi dönüyor?’ sorusunu tekrar gündeme getirdi.
Zira ilk defa bir cemaat davasında AYM, suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğine karar verdi. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi Ekim 2023 de yayınladığı Yalçınkaya/Türkiye (https://hudoc.echr.coe.int/fre#{%22itemid%22:[%22001-227636%22]}) kararında suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiş ve bu bu yöndeki tespitlerinin, önündeki sekiz binden fazla dava için de emsal niteliğinde olduğunu belirterek hükûmetten bu ihlali giderecek bir çözüm bulmasını istemişti.
AYM KARARI HEYECAN UYANDIRDI ANCAK…
AİHM, başvurucu Yüksel Yalçınkaya’nın tekil dosyasından ayrık olarak Türk yargı uygulamasında ‘sistemik sorun’ (le problème systémique) olarak tanımlanan hak ihlallerinin mevcut olduğunu ve bunların da de kalıcı olarak giderilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Türk yargısının sebep olduğu sistemik sorunun giderilmesine yönelik en iyi çözüm alternatiflerinden biri Yargıtay ve/veya AYM’nin AİHM kararları doğrultusunda bir içtihat değişikliği yaparak derece mahkemelerinin buna uyması ve bu davalarda yargılanan kişilerin kahir ekseriyetinin beraat etmesi olarak düşünüldüğünden, AYM’nin suç ve cezada kanunilik ilkesinden verdiği ihlal kararı bir heyecan ve umut uyandırdı. AYM’nin aynı gün yayınladığı ve benzer deliller ile suçlandığı halde hakkında ihlal kararı vermediği Yahya Turgut (Başvuru Numarası: 2021/43694 https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/43694) kararı ise durumun anlaşılmasını güçleştiriyor.
Şimdi gelelim, maddi olayları, şikayetleri ve özü neredeyse benzer olduğu halde AYM’nin son derce zorlama yorumlarla bir birine zıt kararlar verdiği bu iki dosyaya yakından bakmaya: Hakkında ihlal kararı verilen Hasan Sarıcı, KHK ile mesleğine son verilmiş devlet memuru bir öğretmendir. Tartışmalı darbe girişimi sonrasında hakkında yapılan yargılamada Istranca Sağlık Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği ile Aktif Eğitimciler Sendikasına (AKTİF EĞİTİM-SEN) üyeliğinin bulunması, 2014 Mayıs ayına kadar Bank Asya'daki hesabındaki artış, 2009 yılına kadar cemaatle yakın hatta cemaatin içinde olduğuna ve sohbetlere katıldığına ilişkin tanık beyanları ile Zaman gazetesine abone olması mahkûmiyete temel alınmıştır.
DELİLLER BENZER AMA AYM'NİN KARARI TAMAMEN FARKLI
Hakkında ihlal kararı verilmeyen Yahya Turgut ise; Cemaat okulu olarak bilinen Elazığ’daki özel bir okulda görev yapan bir öğretmendir. Hakkındaki mahkȗmiyet kararında Cemaat ile iltisaklı okulda çalışmasına, yine Cemaatle iltisaklı sendikaya üye olmasına, Cemaatle ilgili sosyal medya hesaplarını takip etmesine, "örgüt içi tayine tabi" (!) olarak okulda yönetici olarak çalışmasına, 2014 yılından itibaren kurban parası ve himmet adı altında para toplanmasını sağlamasına, Fetullah Gülen'i öven konuşmalar yapmasına, Elâzığ Adalet Sarayı önünde gerçekleşen protesto eylemine katılmasına dayanılmıştır. Her iki başvurucu hakkındaki suçlamalar ve ‘deliller’ esasen birbirine çok benzeyen bir mahiyet artzetmektedir. Öyle ise birbirine tamamaen zıt iki sonuca Mahkeme nasıl ulaşmaktadır?
Bu durumu Mahkeme, Yargıtay içtihatları ve Celalettin Şaşmaz ((Başvuru Numarası: 2019/20791 https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20791) kararına atıfla öncelikle örgüte sadece sempati duymanın ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemenin, buna ilişkin yayınları okumanın, örgüt liderine saygı duymanın terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyet için yeterli olmadığına; örgüt üyeliği suçunun oluşması için örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, terör örgütünün bir parçası olmayı istemesi, örgüte katılma iradesinin devamlılık arz etmesi, suç işleme saikinin olması gerektiğine dayandırmaktadır.
CEMAATİ'N TERÖR ÖRGÜTÜ İLAN EDİLDİĞİ TARİHE KİM KARAR VERECEK?
Hemen belirtmeliyim ki, anılan kararda ileri sürülen kriterler, evrensel normlara uygun olması yönüyle isabetli ve yerindedir. Ancak burada problem kimin suç işlemek kasdı ile hareket ettiği, kimin sadece sempati duyduğunun nasıl ayırt edilebileceğinde düğümleniyor. Zaten AYM kararlarının problemli yönü de işte burada ortaya çıkıyor.
Kararda AYM, suçlamaya konu eylemlerin Gülen cemaatinin devletçe bir terör örgütü kabul edilmeye ve herkesçe öyle bilinmeye başlanmasından önce veya sonra işlendiğine baktığını belirterek aslında bir milat belirlemeye çalışmaktadır. Hakkında ihlal kararı verilen başvurucunun 2009 yılına kadar sohbetlere devam ettiği, diğer başvurucunun ise 2014 yılında da Cemaat adına faaliyetlere katıldığı belirtilerek zımni olarak 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmalarına atıf yapmaktadır.
Ancak AYM, maalesef bunu açıkça yapmamakta, yani açıkça bir tarih zikretmemekte ve belki de kesin bir tarih belirlemekten özellikle kaçınmaktadır. Ülkenin en üst yargı makamındaki hakimlerce yapılan bu zımni kabülün dürüstlükle ne kadar bağdaştığını hukukçuların takdirine bırakmak istiyorum.
Zira 17/25 Aralık soruşturmaları kesin bir milat kabul edilse bu tarihten sonra halen çocuklarını Cemaat okullarına gönderen, Cemaat ile ilişkisini devam ettiren AKP’lı siyasilerin de cezalandırılması gerekecek belki de. Burada çok önemli bir sorun da AYM kararında geçen ‘Cemaatin devletçe bir terör örgütü kabul edilmeye ve herkesçe öyle bilinmeye başlanması’ tarihinin kimin tarafından belirleneceğidir.
AYM MİLAT 2014 DEDİ AMA DAHA ÖNCE 2017 DEMİŞTİ
AYM kararında MGK kararları vs anlatılarak 2014 yılına işaret ediliyor. Oysa aynı AYM, Ahmet Aslan (Başvuru Numarası: 2021/23949) https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/23949) kararında (PYD ile ilgili) bir yapının terör örgütü kabul edilmesi için kesinleşmiş mahkeme kararı gerektiğini belirterek Yargıtay kararına işaret etmişti. Bu kriter uygulanırsa Cemaat davalarında miladın 2017 olarak belirlenmesi gerekecektir. En azında Cemaate atfedilen tek şiddet içeren eylem olan darbe girişimini milat kabul edilse bir miktar anlaşılabilir. Ancak kendileri de biliyor ki bu durumda cezalandırılacak kimse kalmayacak, mevcut rejim muhalif bir grubu cezalandırmak için gerekli bahaneyi elde edemeyecektir.
AYM bir yandan mevcut itidarın/rejimin ‘altı ibadet, ortası ticaret, üstüı ihanet’ söylemini kabul ederken diğer yandan Elazığ’da öğretmen olarak çalışan sade bir memurun Erdoğan’ın bile eniştesinden öğrendiği, Genel Kurmay Başkanı ve MİT’in öngöremediği bir darbe girişiminden haberdar olduğu (AYM kararına göre örgütün nihai amacı) gibi kargaların bile güleceği trajikomik bir kabule dayanmaktadır. Mahkemenin reddettiği başvuruda ayrıca başvurucunun Cemaat’in darbe girişimine kadar yasal olan ve Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere devletin tüm kurumlarının denetimine tabi ve göz önündeki okullarında tayine tabi çalışması terör örgütü suçuna delil kabul edilmektedir.
BANKAYA PARA YATIRMAK SUÇSA SEVGİLİLER GÜNÜ DE SUÇ OLABİLİR
Diğer yandan hakkında ihlal kararı verilen başvurucunun ise Bank Asya’daki hesabı hakkında 2013 Aralık ayında 17.470,65 TL olan hesabın 2014 Mayıs ayına kadar 24.621,57 TL'ye yükselmesi ile ilgili olarak MASAK Raporunda mukayeseli bir inceleme yapılmadığı, başvurucunun başka bankalardan kredi çekerek Bank Asya’ya para yatırdığının ya da işlem yaptığı üçüncü kişilerden FETÖ/PDY'den işlem gören kişiler olduğunun tespit edilmediğine sığınarak başvurucu lehine yorumlamaktadır. Hukukun dikta rejimlerinde nasıl da siyasetin emrine girebileceğine dair ileride hukuk fakültelerinde ibretamiz kararlar olarak okutulabilecek bu yorumların neresinden tutacağımızı bilemiyoruz.
Mahkemenin uğraştığı şeye bakar mısınız! Yani bir kişi bir bankadan kredi çekerek diğer bir bankadaki hesabına para yatırırsa (örgüt liderinin talimatı/tavsiyesi ile) bu terör örgütü suçunun delili olabiliyor! En azından ‘size ne insanların kendi parası ve mal varlığını nasıl idare ettiği’ sorusuna nasıl cevap veriyorlar bilemiyoruz. Ya da yarınöbür gün bir örgüt lideri ‘paranızı borsa yerine bankalarda uzun vadeli hesaplarda değerlendirin’ dese, borsada hesap kapatıp bankalarda hesap açanların hepsi örgüt üyeliğinden tutuklanacak mı? Daha komik olması için bir başka örnekle devam edeyim: bir örgüt lideri ‘sevgililer gününü kutlayın’ derse, kutlayanlar suç mu işlemiş olacak?
Kısacası Anayasa Mahkemesi, anılan kararlarda esas aldığı zımni önkabulleri ile aslında tüm gerçekleri tersine çeviriyor. Örneğin normal bir hukuk sisteminde siyasilerin yolsuzluk yapması suç iken, bu kabulle bu yolsuzlukları ortaya çıkaran savcı, polis ve hatta bu soruşturmayı destekleyen vatandaşlar bile suçlu kabul ediliyor. Yine normal bir ülkede bir bankayı kasten batırmaya çalışmak suç iken, küçük mevduat sahiplerinin o bankadaki hesaplarına bankanın batmasına mani olmak amacı ile para yatırmaları suç kabul ediliyor. Hiç bir hukuk düzeninde suç olmayan yasal bir bankaya para yatırmak, sohbete katılmak veya bir derneğe/sendikaya üye olmak gibi eylemlerin niyeti/saiki nasıl suç olur sorusunu ise hiç sormuyor yüce(!) Mahkemenin üyeleri.
CEMAATLE İRTİBAT BİLE TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİNİN DELİLİ SAYILIYOR
Buna karşın Yalçınkaya kararında AİHM benzer suçlamalarla mahkûm edilmiş başvurucu hakkında, suça delil diye sayılan meşru eylemlerin suçun maddi unsuru olmayacağını ve özellikle de bu suçlamalara konu kişinin suç işlem kastının (manevi unsur) ortaya konamadığını söylüyor. Bu argüman hem oldukça net ve hem de hukuki durumu tam olarak ortaya koyarak gerçek bir çözüm sağlıyor. AYM ise ilk düğmeyi baştan hatalı iliklediğinden devamını da hatalı olarak tamamlıyor. AYM’ye ve mevcut Türk mahkemelerine göre Cemaat tartışmasız olarak bir terör örgütü kabul ediliyor. Ancak bundan da kötüsü Cemaatle irtibatı, ilişkiyi gösteren meşru eylemler de örgüt üyeliğine delil kabul ediliyor.
Hatta bu eylemlerden Bylock kullanmak adeta otomatik olarak suçun unsuruna dönüştü. AYM’nin yeni kararlarında ise aynı eylemleri gerçekleştiren kişilere bağlı olarak farklı sonuca varılıyor ve Cemaatle ilişkisi belirsiz bir tarihten önce sonlandırdığı düşünülenler veya bu ilişki zayıf olanlar için bir çıkar yol sunuyor. Ancak kesin bir tarih veya eylem tanımı yapılmadığından bunun tespiti belirsiz bırakılıyor ve kriterler ortaya konmuyor. Bu hali ile adeta mahkemelere istediğini aynı deliller ile beraat ettirecek, diledğini ise terör örgütü üyeliğinden mahkûm ettirebilecek bir imkan veriliyor. Oysa hukuk devletinin en önemli özelliklerinden biri “hukuki belirlilik ilkesidir”.
Bir ülkede yürürlükte olan hukuk kurallarının vatandaşların bir kısmına başka diğerilerine başka şekilde uygulanması, insanlar tarafından farklı anlaşılması ve kurumlarca farklı uygulanması bu ilkeye aykırılık oluşturur. Makul bir bireyin kendi eylemlerinin sonucunu en azından öngörebileceği kadar belirlilik gerektiği yüzlerce ve belki binlercesi yine Anayasa Mahkemesi kararında anlatılmıştır.
KANUNUNİLİK İLKESİNİ İHLAL NEDENİYLE SARICI KARARI OLUMLUDUR
Sonuç olarak AYM’nin Hasan Sarıcı kararı suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlalini ihtiva ettiğinden elbette en azından başvurucu için ve bu argümandan yaralanacak diğer başvurucular için olumlu bir karardır. Ancak AİHM’nin Yalçınkaya kararı ile kıyaslanamayacak kadar ondan uzak ve farklı bir argümana (maalesef hukuki temel diyemiyorum) dayanmaktadır. Bu hali ile Gülen cemaatine yönelik davalar için genel bir çözüm vaad etmemekte ve bu davalarda AİHM ile AYM’nin yaklaşımları arasındaki uçurum halen varlığını korumaktadır.